Başlığı okuduğunuz da sanırım siz de benim gibi saniyelik bir düşünceye kapıldınız. Gerçekten iman ile bunalım yan yana yakışıyor mu? Bu sorunun cevabını çözebilmek için, bir kaç ana noktaya temas etmek gerekir.
Bunalım nedir?
Çağın hastalığıdır. Artık insanlığın vazgeçilmesi olmuştur. Kime sorsanız hep ondan sözeder. Aşırı bunalımın ölümcül dahi olabileceğini okuduğum da epey bir şaşırmıştım. Düşünsenize aşırısı hayatınıza mal olabilir!
Peki, kimler bizi bunalıma sokar?
Bireyler arası bozuk ilişkiler, İş yerini kaybetme endişesi, hayatta olumlu gitmeyen düşünceler dahi insanı bunalıma sürüklemeye yetebilir.
“BUNALIMA girenin imanından şüphe ederim”! sözünü okuduğum da, bu söz bana çok ağır gelmisti, lâkin doğruluk payının olduğuna inanıyorum.
Neden mi?
Şu yüzden:
Sıkıntıları kafaya takmak insanı mutsuz eder, mutsuzluk ise insanı hasta.
Kimisi ailesi ile olan problemler yüzünden hayata küser ve hasta olur. Kimisi ise çocuklarıyla imtahan olur buna dayanamaz, bunalır ve hasta olur. Kimisi de mâddi sıkıntı çeker. Kimisi insanlar tarafından anlaşılmadığını düşünür, kendi iç âleminde boğulur. Kimisi de çok sevdiğini toprağa verince hayata küser vesair...
Daha sayabileceğimiz çok şeyler var aslında insanı bunalıma sokabilecek.
Ben kimsenin imanını sorgulamak için yazmıyorum bunları. Sadece imanlı bir kalpte bunalıma yer var mıdır sorusuna cevap arıyorum.
Hepimiz “İmtahan dünyası” cümlesini bir çok kez kullanmışızdır.Yani imtahan olduğumuzun farkındayız.
Dünyaya geliş sebebini bilen insanların, sıkıntılar karşısında ki tutumlarını sorgulamak için yazıyorum bu yazıyı. Farkında olduğumuz bu imtahan dünyasında, imtahanlar karşısındaki tutumumuz ne kadar sağlam?
Biz bilmiyor muyuz ki; hastalık-sağlık, fakirlik-zenginlik her şeyin birer imtahan parcası olduğunu?
Biz bilmiyor muyuz ki; en çok sıkıntıları çekenlerin Allah´ın sevgili Peygamberlerinin olduğunu? Aklınıza getirin; Hz. Muhammed (a.s.), Hz. Eyyüp (a.s.) ve daha niceleri. Hayatlarını okuyanlarınız bilirler, onların her biri kendine göre acı ve sıkıntı çekmişlerdir. Ama hiç bir zaman bunalıma girmemişlerdir. A ama onlar Peygamber efendim,biz normal sıradan insanız mı dediniz yoksa? Yok. Yok. Böyle birşey dediğinizi düşünmüyorum. Aramızda bunalıma girenler vardır muhakkak, belki ben de, kim bilir. Girenlere sözüm kesinlikle yok. Sadece konunun ehemmiyetini anlatmaya çalışıyorum o kadar. Ufacık şeylerde yıkılan bizler, imanın tadını almış olabilir miyiz?
Biz yanlış şeyleri „mutluluk” diye adlandırmış olmayalım sakın?
“amacıma ulaşmak için yoksa ben maddeyimi ilk sıraya koydum”?
“parasız hayat olmaz mı sandım”?
“güc paradadır” mı dedim yoksa?
Ben „Mutluluk“ nedir sorusuna nasıl bir cevap verdim yıllardır?
BU soruya cevap arayın. Batı felsefesi buna şöyle cevap vermiş ve vermeyede devam etmektedir: „sahip olma, daha çok sahip olma“! İfade ettikleri şey, „bencillikten“ başka bir şey değildir.
Pekâla, ya imanlı bir insan aynı şeyleri nasıl düşünebilir? Bizler vermeyi, verdikçe artığına inandığımız değerlerimiz varken, batılının yaptığını yaptıkça, kendimizi bunalıma soktuğumuzun ne kadar farkındayız?
„Mutluluk daha çok şeylere ulaşmak değildir. Mutlu olmak, elindekiyle paylaşmasını bilmektir“.
Bizler için „mutluluk“ bencillikte saklı değildir, bizim için „paylaşmakta“ saklıdır.
Bunalıma yol açan en büyük olay „mutsuzluktur“. Mutlu olmasını bilmek zorundayız. Halimize şükretmek varken, mutsuzluk neden? Kafanı sokacak bir yuvan varsa sen mutlusun demektir. Elin- ayağın tutuyorsa, gözün görüyorsa sen yine mutlusun demektir. Nefes alıp verebiliyorsan, dünyanın en mutlu insanı sen olmalısın.
Sıkıntılar karşısında el açıp Allah´dan yardım beklemek, senin en büyük ilaçındır. İnanan bir insanın en büyük sığınağıdır, dua.
Olaylar karşısında “tevekkül” sahibi olmak zorundayız. Allah´a teslim olmak bizim görevimizdir. Her şeyi O´ndan beklemek zorundayız. Sarsılmalar karşında “la havle vela kuvvet illa billah“ virdini çekmek görevimizdir, başka alternatifi yoktur.
İnsanın, her işinde yüce Yaratıcısına dayanmaktan başka dermanı yoktur!.
“havl” dediğimiz de “çare” diye haykırırız. Evet, yüce Allah´tan çare dileniriz, bu ne güzel bir lütûf ve ikramdır. Çarelerin tek çaresi olan Mevla’mızdan yardım beklemek kadar kıymetli başka bir şey var mıdır?
Her şey O´nun kuvvetindedir.
Günaha düşmemek için ondan yardım dileriz. “havl” deriz.
Hayatta kalabilmek için “havl”ye ihtiyaç duyarız.
Sıkıntılardan, musibetlerden korunmak için yine O´na „havl“ deriz.
Ona dayanan, O´ndan her daim yardım bekleyen bir insanın bunalıma grime ihtimali çok azlara ineçektir.
Doğru mu?
Sorumu tekrarlıyorum o zaman; „İman ile bunalım yan yana yakışıyor mu“?
Muhabbetle Efendim