Burkina Faso’da konuşmayı seven bir toplumda karşılaştım. Hitabet kabiliyetleri vardır. Konuşunca da güzel konuşuyorlar. Ancak konuşmanın girizgâhı çok uzundur. Ana konuya gelmek için epeyce beklemek lazım. “On para ver konuştur, 50 para ver susturamazsın” deyimini çokça görürüm. Cuma hutbeleri bile 30-40 dakika sürer.
Bizlere göre alışık olmadığımız ve bu bölgeye has ilginç adetlerinden bahsedeceğim. Bunlar önemli midir? İnsanların sosyal ve psikolojik durumları açısından elbette önemlidir diye düşünürüm.
- Burada büyük hocalar bir yere vaaza geleceğinde genelde dışarıda karşılanır. Allah rasülüne (SAV) methiyeleri ifade eden yerel ilahilerle ve kelime-i tevhit zikirleri eşliğinde karşılanır ve içeriye alınırlar. Bu uygulama cami dışı vaazlarda çokça olur. Cuma namazı hutbelerinde bile görmek mümkündür. Camilerin büyük çoğunluğunda mihrabın yanında bir kapı vardır. Cuma namazı için imam oradan girer. Büyük camilerde birkaç kişi onu bu kelime-i tevhit zikirleriyle içeri girişine eşlik eder.
2. Bazı hocalar cami dışındaki programlarda –burada çokça olur- kürsüye çıkıp konuşmaya başlamadan önce yanlarında bir meddah bulundurur. Hoca efendi kürsüye davet edilir. Ancak o kürsüye çıkarken onun sürekli yanında gezen ve bu işte görevli olan elemanı ikinci mikrofonu alır ve hemen hoca efendiye bir güzel methiyeler dizer. Şayet sürekli onunla beraber bu işi yapıyorsa orada bir ücret ödemesi olmaz. Ancak bazı mahir ve kurnaz meddahlar, meddahı olmayan hocalar davet edilince hemen atılır ve onun için de methiyelerini sıralar. Hoca Efendi de bu kadar methiyenin üzerine elini cebine atmak zorundadır. Sonra da kendi konuşmasına başlayabilir.
Buna neden ihtiyaç duyuyorlar? Onu bilmiyorum... Bu ülkede tanınmış ve uzaktan tanıyıp sevdiğim Mahmut Hocanın bir programda böyle bir meddah kullandığını görünce şok olmuştum. Yani “kendisine güveni yok” desem o değil. “Tanınmak için yapıyor” desem, o hiç değil...
- Hitabette aracı kullanma alışkanlığı vardır. Burada büyük hocalar veya köylerde krallar orada mikrofon olsa bile kendileri mikrofondan konuşmazlar. Onlar çok kısık bir sesle konuşur ve yanındaki bir başkası onun konuştuğunu birebir aktarır. Bu yöntem, bazı cami vaazlarında bile kullanılabilir. Burada aracı; konuşmayı aynen, birebir ve aynı dilde aktarılır.
Köylerdeki törenlerde ise köy kralları diğerine fısıltı ile birkaç cümle söyler. Öbürü bunu halka 10 cümle olarak aktarır. Yani onun ne diyeceğini biliyordur. Zaten burada söylenecek olan da bilindik teşekkür cümleleridir. Ben bile bilirim ama...
Niçin böyle bir uygulama vardır? Bunu sizler gibi ben de merak ettim ve sordum. Bu uygulamanın sebebi; konuşma yapan şahıslara karşı bir saygı ve korumayı amaçlıyormuş. Olur ya bir yerde yanlış bir kelime veya cümle kullanırsa, birini kıracak ve zülfüyâra dokunacak bir şey olursa; o zaman suç asıl konuşmacının değil de aradaki aktarıcının olacak. Yani asıl konuşan hoca doğru ve güzel şeyler(!) söylemiştir. Ancak aktarıcı onun söylediklerini yanlış aktarmıştır. Büyükler(!) hata yapmaz... Böylece büyük hoca korundu ve suçu ondan daha genç olan aktarıcı üstlenmiş oldu.
- Burada kürsüye iki kişi olarak çıkanları da gördüm. İkisinin de elinde mikrofon vardır. Birisi konuşur, diğeri de onun nokta virgül olarak duraksadığı her yerde “Evet, doğru, gerçekten, aynen öyle, vallahi de doğru...” gibi cümlelerle durmadan tasdik eder. Bunu ilk kez Mali’de görmüştüm. Sonra Mali’ye yakın olduğu için Bobo Cilasu bölgesindeki âlimlerde de yaygın olduğunu gördüm. Bir kısmında bu sadece alışılmış bir adet. Bazılarınınki ise zannediyorum bir kompleksin sonucu.
- Burada çok yaygın olan ve gece boyu sabah kadar veya sabahtan akşama kadar devam eden mevlit programları vardır. Büyük hocalar, konuşma saatinde gelir ve konuşması bitince de gider. Başkasının konuşmalarına da kulak vermez. Onlardan alacağı bir şey yoktur.
Bir mevlit programına katıldım. Konuşma hakkımızı bitirdik ve bir başka randevumuz olduğu için erken ayrılmamız lazım. Bunu da önceden haber verdik. Başka insanları dinlememe alışkanlıklarını sevmediğim için bir kişiyi bile olsa dinleyelim ve öyle kalkalım dedim. Bekledik. Bir isim anons edildi. Arka taraftan iki genç geldi. Sonradan öğrendim ki asıl anons edilen, babasıymış. Ama oğlu, babasına vekâleten gelmiş. Bizim köyde “sap yiyip saman çıkarmak” diye bir deyim vardır. Oğlan resmen sap yedi, saman çıkardı. Birçok değişik konuya girip saçmaladı. Dinleyen cemaatin de bundan hoşnut olmadığını fark ettim. Bunun yanındaki ikinci genç, asıl açığı kapatmaya çalışan sürgeciydi. Durmadan yemin ederek tasdik etti. Her arada sürekli olarak onu destekledi. Bence bu işte aşağılık kompleksinin sonucuydu.
- Sessizce dinlemeyi sevmezler. Tekbir getirilir, başka ses ve cümlelerle konuşmayı beğendiklerini izhar ederler. Şayet kimse hiç bir şey dememişse ya konuşulanı anlamadılar, ya da beğenmediler demektir. En azında sürekli kafa sallayarak sizi teşyi ederler.
Bir gün buraya yolunuz düşer ve kürsüye davet edilirseniz, hangisini uygulayacağınıza önceden karar veriniz. Diğerlerini de bilin ve şok yaşamayın.
Vakar içinde ciddi bir şekilde vaazını yapan ve bir âlime yakışan eda ile görevini tamamlayanları da gördüm elbette. Onlara da ayrı bir şükran ifadesini sunmak gerek...