Umumi arzu üzerine Amerika anılarına devam ediyorum.
Otostop değil Uçakstop:
1996 yazı. ABD’de aynı üniversiteye gittiğimiz bir arkadaşım memleketi Antalya’ya yeni açacakları 5-yıldızlı otelin açılışına katılmak için gitmişti. Açılış Cumartesi gecesiymiş. Miami’ye dönüş uçağı ise İstanbul Atatürk Havalimanından pazar sabahı 6’da, son Antalya-İstanbul uçağı ise Cumartesi gecesi 11 gibi imiş. Açılış töreni ve eğlencelerine kendini kaptıran arkadaş saatin farkına varıp Antalya Havalimanına geldiğinde son İstanbul uçağını kaçırdığını farketmiş. 6 saatte İstanbul’a arabayla gitmesi de mümkün değil. Kara kara düşünürken havalimanına Bursalı meşhur bir işadamımızın oğlu ve aynı zamanda arkadaşımın kuzeninin çok samimi bir arkadaşı giriyor. O da otelin açılışına gelmiş ve şimdi de Bursa’ya dönmek için havalimanında. “Hayırdır, niye üzgünsün” diye sormuş arkadaşıma. O da durumu anlatmış. “Ya niye üzülüyorsun, ben seni bırakırım” demiş. Arkadaşımı özel uçağına bindirmiş, önce İstanbul’a uğramış, arkadaşımı indirmiş ve sonra da Bursa’ya uçuşa devam etmiş.
Okocha:
1996 yazında Nijerya milli futbol takımı bir özel maç için Miami’ye gelmişti. Ben ve bir arkadaşım beraber maça gitmiştik. Benim gözüm Fenerbahçe’ye yeni transfer olan Jay Jay Okocha’nın üzerindeydi çünkü nasıl bir futbolcu olduğunu merak ediyordum. Bir pozisyonda Okocha topu aldı, bir çalım attı, sonra bir çalım daha, ama gel gör ki üçüncüde topu kaybetti. Her başarılı çalımında ben “Aferin Okocha”, “Bravo Okocha” diye bağırmıştım. Topu kaybedince ise Okocha’ya selam(!) ve sevgilerimi(!) ileten sözler ettim. Önümde oturan yaşlı bir adam bana arkasını döndü ve kırık bir aksanla “Türkçe bağırıyorsun” diye sordu. “Evet Amca” dedim. Bu sefer de “Ermenisin” diye sordu. “Hayır Amca, Türküm” dedim. Ardından konuşmaya başladık. Ailesi tehcirde Mısır’a göçmüş. O zamanlar çok ufakmış. Ama Türkçeyi unutmamış ve hala tatlı hatırlara sahipti bizler için.
Kız mı Oğlan mı:
2001 yılıydı sanırım. Çalıştığım işyerine tecrübeli bir mühendis alınmıştı. Baktım soyadı “ian” ile bitiyor. Tanıştık. Annesi Erzurumlu, babası ise Sivaslı imiş. 1915’te Beyrut’a tehcir edilen Ermenilerdenmişler. Beyrut’tan da Amerika’ya göç etmişler. Bu bahis açılınca “100 sene önce olmuş bir olay, takılmaya gerek yok” diyerek bir alicenaplık göstermişti. Neredeyse bin yıl beraber yaşamış olan Türkler ve Ermenilerin hayat, anane ve kültürlerinin ne kadar çok birbirine benzediğini ispat eden birçok çarpıcı yaşanmış hikaye anlattı. Bunlardan sadece birini sizlerle paylaşayım. “İlk çocuğumuz (oğlumuz) doğduğunda annem ve babam hastaneye gelmiş ve bizleri ziyaret etmişti. İkinci çocuğumuz ise bir kız olmuştu. Babamı aradım. “Baba bir bebeğimiz oldu” dedim sevinçle. Babam direk sordu: “Oğlan mı kız mı?”. “Bir kızımız oldu Baba”. Babam bunun üzerine telefonu suratıma kapattı. Yanımdaki eşim bana anne-babamın gelip gelmeyeceklerini sordu. Ben de geleceklerini zannetmediğimi söyledim.”
Hep söylerim. Osmanlı ve özellikle Anadolu coğrafyasında yaşayan insanlar, dinleri veya mezhepleri farklı dahi olsa birbirine hem kültürel ve hem de fiziki olarak benzerler. Nitekim tanımadığınız bir Rum, bir Ermeni ve Bir Türkü yan yana koysanız inanın bu insanları birbirlerinden ayırt etmekte zorluk çekersiniz. Bin yıl beraber ve barış içerisinde yaşamış bu halkları birbirine kırdırmaya çalışan her zaman çıkacaktır. Sağduyuyu elden bırakmamak şart!