İLETİŞİM SANATTIR
2019 yılı Temmuz ayında 11. günde 10 ülkeyi kapsayan bir seyahate çıktım. Hava, kara ve deniz ulaşımını da içine alan Kuzey Avrupa Seyahati… Bu gezi sırasında Letonya’da, hayatım boyunca hiç unutamayacağım bir olay yaşadım.
21 Temmuz 2019 akşamı Letonya’da Park İnn adlı otelde konakladık. Sabahleyin kahvaltımızı yaptıktan sonra sıradaki durak olan Litvanya’ya doğru harekete geçecektik. Kahvaltı sonrası tüm hazırlıklarımı yaptım ve valizimi otobüse yerleştirdim. Herkes toplanıp otobüs kalkana kadar ailemle kısa bir görüntülü konuşma yaptım. Gezdiğimiz yerleri özet geçtim. Grup başkanı arkadaşımız “Herkes otobüsteki yerini alsın. Hareket ediyoruz!” deyince ailemle vedalaşarak otobüse bindim.
Aracımız hareket edince serüvenimiz de başlamış oldu. İstikamet Vilnius yani Litvanya'nin başkenti. Yolculuk esnasında arkadaşlarla gezdiğimiz mekânları, gördüğümüz insanları, mimariyi ve daha birçok şeyi konuşuyor, fikirlerimizi paylaşıyorduk. Aynı anda etrafımızdan akıp giden yolu da seyrediyorduk. Otobanın iki kenarı da geniş ormanlarla kaplıydı. İnsanın seyahat zevkini arttıran ve kendi ülkesinde de böyle olsa ne güzel olurdu dedirten cinsten…
Yaklaşık 70 km gittikten sonra cep telefonumu şarj etmek için kalktım ve eşyalarımı taşıdığım küçük el çantama baktım. Sonra tekrar baktım ve dayanamadım tekrar baktım. Ama eşya bölmesinde güzel, havadar bir boşluk gördüm. El çantam yok. Acaba arka taraflarda mı diye geriye doğru gittim. Oralarda da yok. Arkadaşlarda bir telaş oldu. “Hayırdır Salim Hocam el çantası mı kayıp?” diye sordular. “Evet çantamı göremiyorum.” dedim. Biraz düşündükten sonra içinde pasaport, kimlikler, kredi kartı ve Euro olan el çantamı kısaca bana ait her türlü belgeyi otelin lobisinde masanın üzerinde unuttuğumu hatırladım.
Grup başkanımız “Hocam belgeler önemli. Almak için ne yapabiliriz?” dedi. İşte asıl olayımız burada başladı. Biraz düşündüm hemen bir plan yaptım ve biraz heyecanlı, biraz tehlikeli ve çokça cesur bir karar aldım. Otobüste arkadaşlara dönüp "Beni bir benzin istasyonunda bırakın. Bir taşıt bulup Riga’ya dönerim ve otelden çantamı alıp Litvanya Eski Şehir de (Old City) buluşuruz."dedim. Cemal Hocamdan 80 Euro aldım. Benzin istasyonunda gördüğüm tır şoförlerine ‘’Beni Riga’ya götürür müsünüz?’’ diye sordum. Şoförler ‘’Hayır.’’ Dediler. İnsanlık ölmüş. Püh! Neyse konumuza dönelim. Orada bulunan bir taksi şoförü 250 Euro karşılında götürebileceğini söyledi. Bize göre çok pahalıydı. Belki de onlar da turist bulduk, fırsat bu fırsat demişlerdir.
Zaman geçtikçe telaş arttı. Son umut olarak kargo minibüsü içinde kalkış yapmaya hazırlanan bir adama sordum. Sonunda telaşımı bir nebze olsun azaltan o cevap geldi:
Benzin istasyonunda resimde gördüğünüz Polonya vatandaşı Kaptan Chalik beni kargo minibüsüne aldı ve 20 Euro karşılığında Riga şehrine bırakmayı kabul etti.
Kaptan önce bana biraz soğuk davrandı. "İletişim sanattır" atasözü gereği konuşmaya başladım. Biraz pratik İngilizce ile (az bildiğimden değil kesinlikle pratik olsun diye) iletişim kurmaya çalıştım. “Can you speak English?” diye sordum. Kaptan iki parmağını birbirine yaklaştırarak “A little.” dedi. İyi dedim içimden. Körler, sağırlar birbirini ağırlar Ama ben doğam gereği kaptanla konuşmak istiyorum. Ne de olsa yaklaşık 1 saat yolculuk yapacağız. Birden aklıma ‘’Kaptan kesin futbolu takip ediyordur, oradan ilerlerim.’’ diye bir fikir geldi. Polonya futbolundan girdim konuya. “Do you know football player Lewondovski” yani “Futbolcu Lewandowski’ yi tanıyor musun?” diye sordum. Birden kaptanın yüzü güldü ve konuşmaya başladı. Dedim “Hah come to the light side” yani meali geldin oltama Lewandowski, Kosecki, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş… Konu futboldan açılınca kaptanın futbolla ilgili olduğunu öğrendim. Meğersem Türkiye’de başta futbol olmak üzere basketbol, voleybol müsabakaları hakkında haberi varmış. Futbol maçları ve futbolcular hakkında yarı İngilizce yarı Tarzanca konuşmaya başladık.
Galatasaray’ın UEFA ve Süper Kupa maçlarını izlediğini söyledi. Fenerbahçe kadın voleybol takımının Avrupa şampiyonu olduğunu bildiğinden bahsetti. Kaptanın benim gibi futbola meraklı olduğunu öğrenmem aramızdaki çat pat İngilizce konuşmayı heyecanlı hale getirdi.
Sohbet biraz ilerleyince ailesinin fotoğraflarını telefonundan bana gösterdi. Eşi, ev hanımıymış ve bir de oğlu varmış. Boş vakitlerde oğluyla spor hareketleri yaparmış. Ben de kendi aile fotoğraflarımı gösterdim. Lisede öğretmenlik yaptığımdan ve ailemden bahsettim.
Riga şehrinde konakladığımız Park İnn otelinin resmini gösterdim. Sohbet koyulaşınca arabasını yol kenarında durdurdu ve normalde otelimin yakınında bırakacakken Park Inn otelini navigasyonda işaretleyerek yola devam etti.
Kaptan Türkleri seven, çok yardımsever ve sempatik bir insan. 70 km süren yolculuk sonunda konakladığım otelin yanına getirdi. Yol ücreti olarak 20 Euro uzattım. Elini kalbinin üzerine götürerek parayı almadı. Kendisine çok teşekkür ettim. Onun bu iyiliğini hiç unutmayacağım.
Otel resepsiyonundaki görevliye kendimi tanıttım. El çantamı burada unuttuğumu söyledim. Güvenli bir yere almışlar. Bana geri verdiler. Pasaport, kimlikler ve Euro olan çantamı alarak kendilerine çok teşekkür ettim. UBER’ dan otele çağırdığımız taksi ile otogara geldim. Benim için başka bir ilk olan UBER’ ı da orada deneyimledim.
Taksi beni otogara kadar bıraktı. Vilnius’ e gidecek olan otobüs on beş dakika sonra hareket edecekti. Otobüs biletini yirmi bir Euro'ya aldım. Beş numara yani en ön taraftan… Böylece yolculuk boyunca ön taraf başta olmak üzere etrafı seyredecektim. Yolcular otobüse binerken iki genç kendi aralarında Türkçe konuşarak “Otobüsün arka tarafına oturalım.” dediler. Hemen kendimi tanıttım. İki Türk öğrenci ile konuşmaya başladım. Her ikisi de Litvanya' da üniversite okuyormuş. Letonya’nın başkenti Riga şehrine gezmeye gelmişler. Başta öğrencilik serüveni olmak üzere Riga’da gezilen yerler vb. her konuda epeyce muhabbet ettik. Bu sayede dört saat sürecek olan yolculuk daha eğlenceli hale geldi.
Otobüs saat 17.45’ te Litvanya’ nin başkenti Vilnius şehrine vardı. Otobüsteki Türk öğrenciler Vilnius’ de bana UBER’ dan taksi çağırıp Vilnius Eski Şehir (Old City) yolunu gösterdiler. 10 dakika sonra seyahat arkadaşlarım ile tekrar buluştuk. Birbirimize sarıldık. Onlar da beni görünce yaşadıkları endişe dinmiş oldu. E tabi ben de sağ salim kavuştuğumuz için mutlu…
Sonuç olarak hayatımda ilk defa yabancı bir ülkede içinde tüm önemli eşyalarımın olduğu çantayı kaybettim. Ama başka bir şey kazandım. Konuştuğumuz dil, sahip olduğumuz ırk, cinsiyetimiz, mesleğimiz, maddi durumumuz ve daha nice özelliğimiz ne olursa olsun gönül kapılarımız her zaman açık olmalıdır. Kim bilir? İleride belki karşımıza evini kaybetmiş bir çocuk, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir yaşlı, ağaçta kalmış bir kedi ya da unuttuğu eşyasını almak için taşıt arayan birisi çıkar. İşte iletişim o gönül kapılarının anahtarıdır.
Unutmayalım ki “ İletişim sanattır.” Peki ya bizler iyi birer sanatçı mıyız?
Salim YILMAZ