Liseyi İstanbul’un sessiz sayılacak semtlerinden birinden bitirerek, tropikal bir ülkeye Malezya’ya okumaya gidince kültür şoku yaşıyorsunuz elbette. Müslüman bir ülke olarak bilinse dahi adetleri, örfleri, yaşayışları bakımından çok büyük farklılıklar gösteriyor. Birde üstüne üstlük yüze yakın ülkeden gelen diğer öğrencilerle aynı kampüs içersinde haşır neşir olunca sudan çıkmış balık gibi olmamanız imkansız. Malezya’da öğrencilik yıllarımda kaldığım öğrenci yurdunda bir Malay öğrencinin final sınavlarına giremeyecek kadar çok hastalandığını işittik. Normaldir, hastalanırsın, gidersin doktora raporunu alırsın daha sonra girersin sınava. Ama yok, duyumlarımıza göre bu Malay kızımıza büyü yapılmıştı. Derslerini veremiyordu, başarısız olsun içindi. Ve belki kim bilir daha ne içindi. Yerel yani Malay öğrenciler arasında bir telaş vardı, bir fısıltı devam etmekteydi ki artık ayyuka çıktığından biz yabancı öğrencilerin de haberi olmuştu. Malaylar arasında da büyülerle, cinlerle, ruhlarla uğraşmak çok yaygınmış. Müslüman olmayan Orang Asli’ler arasında da ruhlarla iletişime geçilerek, karşı kabilenin yenilmesi için ruhlardan yardım istenirmiş. O sıralarda biz yabancı öğrencilere bol tembihler geldi, yere düşen saçınızı hemen çöpe atıp yok edin gibi. Büyü yapmada kullanılıyormuş meğer. Tuhaf tuhaf bakakalmıştım. Bana büyü yapacak kadar ümitsiz bir vakıa olması gerekiyordu ki karşımdakinin, yere düşen saçlarımı toplayıp büyü yaptırtsın.
Yüce kitabımızda geçtiği için biliyoruz ki büyü var ve biliyoruz ki büyü ile uğraşanlar cehennemle müjdeleniyor. Yine kitabımızda reçetesi var, okumamız gereken sureler verilmiş, yeter ki kendimiz okuyalım.
Bizim aklımızın ermediği kısım, hangi fakülte öğrencisi olduğunu bilmediğim bu hanım kızımıza kim neden büyü yapsın, neden derslerinde başarısız olsun istesin. Bir mana verememiştik ki ikinci bir olayla karşılaştım. Mezun olmama bir kaç ay kala Afrika’nın hangi ülkesinden olduğunu hatırlayamadığım siyahi tonunun bir insanda o derece harika durup hayranlık uyandırabilen sevimli, masum bir genç öğrenci katılmıştı üniversiteye. Hazırlık sınıfına kayıtlı, genelde utangaç ama olmadık yerde olmadık hareketler yapan liseyi yeni bitirmiş bir ergendi. Ailesinden çok uzakta olduğu yetmez gibi yabancı bir ülkede yaşadığı kültür şoku ve derslerin ağırlığı altında eziliyordu. Ailesi büyük beklentiler içerisindeydi ve ailesinin yüzünü ak çıkartmak için çabaladıkça daha çok strese giriyordu besbelli. Bir gün bir ambulans geldi ve o öğrenciyi alıp götürdü hastahanenin psikiyatri bölümüne. Teşhis belli ama gene bir dedikodu, gene fısıltılar çıktı. Bu sefer öğrencinin içine cin kaçtığıydı. Nefesi kuvvetli bir hoca bulunması gerektiğini düşünmüş ailesi ve aynı ülkeden gelen öğrenci arkadaşları. Zannedersem, taburcu olur olmazda döndü memleketine, Afrika’ya. Afrikalı hocaların, şeyhlerin, nefesi kuvvetli olanların özellikle Nijerya asıllı olan kişilerin minik broşürleri evlerimize posta kutularına bırakılır. Bu nefesi kuvvetli hocaların çözemeyeceği problem yok gibidir, iş bulmaktan, eşini evine bağlamaya, çocuk sahibi olmaya, hastalara şifa, sınavlarda mucizevi başarılar her derde deva yani. Gülüp geçiyoruz ama üzülüyoruz çünkü isimler Müslüman isimleri, başındaki titreler ise şeyh ve imam.
Türkiye’ye gelip gittikçe de durumun çok farklı olmadığını fark ettim. Türkiye’de mübarek üstünde tılsım, büyü olmayan biri yok, kendisine büyü yapılmamış bir kimse yok, bir kötü enerjidir, bir kara büyüdür almış başını gidiyor. Hoş büyünün akı, beyazı, karası mı olurmuş? Nereden bulup getiriyorsa millet, bir diğerinin evine kapısına, bacasına, halısına domuzun yağını sürmekten, memleket pislikten geçilmez olmuş.
Başı ağrıyana büyü, gözü seğirene kötü enerji yüklenmiş. Ne çok severmişiz meğer bir birimizle uğraşmayı ve paralar döküp hoca hoca dolanıp bir başkalarına büyüler yaptırtmayı ve gene kapı kapı dolanarak yapılan büyüleri bozdurtmaya uğraşmaları. Bu enerjimizi eğer bilime, ilime yatırsaydık, kendimizi geliştirmeye yatırsaydık en azından akıl ve ruh sağlığını korurdu insanlar. Kızmaya gerek yok sahte hocaların, sahte dervişlerin türemesine. Arz talep meselesi haline gelmiş. Sosyete için manken gibi kızımız var, yazdığı kitapta birisine mesaj yazdırtabilecek kuvvette tılsım reçeteleri bile veriyor. Halk için ise namahrem bölgelerine muska yazacak sahte hocalar.
Avrupa bu işi karanlık Orta Çağ MS 1000 -1400 yılları arası halletti, bitirdi ve sosyal, politik bir dönüşüm geçirdi. Büyücü avında Avrupa’da 40.000 fazla kişi sihirle ilgilendikleri için canlı olarak yakılarak öldürüldü. Lois Martin’in Witchcraft A brief History (Türkçeye tercüme edildi mi bilemiyorum ama Türkçesi cadılığın/büyücülüğün kısa tarihçesi) nde büyünün kara olmasının manasını da açıklıyor. Büyücülük, cadılık, sihir hepsi şeytan ile alakalı ve şeytanın rengi siyahtır. Siyah olmasının sebebi İslamın, Avrupa için Şeytan Krallığı olması ve en önemli merkezi olan Kabe’nin örtüsünün siyah olmasından geldiğini söyler. Büyücülükle uğraşanlar şeytana taptıklarından bir şeytan figürünün ismi Baphomet’tir yani Muhammet’tin farklı söylenişi der. Bu figür yüzü insana benzer ama siyahtır, boynuzları vardır, boynuzlarından ateş çıkar, yarı hayvan yarı insandır. Birde üç başlı şeytanları vardır. Bu başlardan birisine de Türk başı denir. Hem İslamdan hem Türklerden ne derece korktuklarını ispatlamaz mı bu? Beyaz büyü, ak büyü yoktur hepsi aynı yolun yolcusudur demiş ve Avrupa ilime, bilime yatırım yapmış, bu tür işlerle alakası olan rahipleri, halkı, kadınları yok etmiştir. Çünkü ekonomik geri kalmışlığın fikren geri kalmışlığın neticesi olduğunun farkına varmıştır.
Yoksa Avrupa’da yaşayanlar bilir, domuz eti ve domuz yağı dana eti almak gibidir. Ama büyü ile işleri yoktur. Geleceğe meraklı değiller midir? Elbette tarot okunan, avuç içi okunan gibi yerler var ve bu tür işlerle uğraşanlar da var. Fakat belki de pinti olduklarından olacaklar başkalarının kötülüğü için para dökmektense, kendi geleceklerine, kendilerine yönelirler gördüğümüz, gözlemlediğimiz kadarıyla. Bu prensip üzerinde, özellikle savaş yıllarından sonra barış çiçek çocuklarının akımıyla sevgiye, pozitifliğe yönelerek kanseri dahil olmak üzere hastalıkları yenmek için kendi üzerlerinde çalışıyorlar.
Anlaşılan bu Avrupa, sürekli domuz yağlarını Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelere, İslami geçinen ülkelere tepeden döküyor olsa gerek, baksanıza bir türlü birbirimizle didişmekten kurtulamıyoruz. Nefesi kuvvetli olanlar bir birleşse, şu üzerimizdeki karabüyüyü bir çözüverse bak bakalım nasıl ilerleyeceğiz fenni, ilmi ve ekonomik olarak…