İlahiyatçılar, gelenekler ve Ehl-i sünnet

xxx52

Bir yazısını tenkit etmekte olduğumuz köşe yazarı diyor ki: "Bazı ilâhiyatçılar 'Gelenekler, örf ve âdetler din oldu...' yollu propagandalar yapıyor. Onların gelenek dediği şey Ehl-i sünnettir."

Bazı ilahiyatçılar değil, olup biteni doğru görüp okuyan her ilahiyatçı bunu söyleyebilir, gerçekten halkımızın yaşadığı dine (inançlara ve uygulamalara) bakıldığında birçok konuda örf ve âdetlerin din yerine geçtiği, yani sahih dinin yerini aldığı görülecektir. Bunun da baş sebebi halkımıza yıllardan beri sağlam ve yeterli bir din eğitim ve öğretimi verilmemiş olmasıdır. Yüzlerce hurafe sahih inanç esasları arasına karışmış, daha fazla sayıda bid'at farzların, vaciplerin, sünnetlerin arasına girmiştir (yani farz ve vacib gibi uygulanmaktadır). Bu konuda halkı uyarmak, sahih dini öğrenip uygulamalarına yardımcı olmak, hurafe ve bid'atlardan geçinen kimselerle mücadele etmek ayıplanacak değil, takdir edilecek bir hizmettir.

Köşe yazarı takdir edecek yerde "Onların gelenek dediği şey Ehl-i sünnettir" şeklinde, nereye çeksen oraya gidecek bir söz söylüyor.

İlahiyatçı olan ve olmayan bazı kimseler Müslümanları sözde "Kur'an İslam'ına" çağırıyorlar; bırakın Ehl-i sünnet akaidini, Sünneti bile bir yana bırakıyorlar; bunu yapanlar var, ama onlara kimsenin itibar ettiği de yok, edeceği de yok.

Fıkıh'ta ikinci sırada bir delil olan "örf, âdet, gelenek" naslara aykırı olmayanlardır ve ancak, nasların bulunmadığı yerde veya nasların yorumunda kullanılır. Örf ve âdetler kitaplarda yazanlar değil, halkın hayatında bulunanlardır. Halkın hayatında bulunan örf ve âdetler de bozulabilir ve değişebilir; bu sebeple onların, naslara aykırı olmaması şart koşulmuştur. Bu manada örf, âdet ve geleneklerin "Ehl-i sünnet" olarak anlaşılması, tarif edilmesi yanlıştır.

Köşe yazarı uzun yazısının sonunda "Sünnî Müslüman kardeşlerine" bazı öğütlerini ve tavsiyelerini şöyle sıralıyor:

"İnançta, fıkıhta, mezhepte, zihniyette, kültürde, ahlâkta Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan kıl kadar ayrılmayınız, yanarsınız."

Mezhepleri inanç (akaid) ve fıkıh mezhepleri diye ikiye ayırmak gerekir ve hep böyle yapılmıştır.

"Ehl-i sünnet" yaygın şekilde bir fıkıh mezhebi değil, itikad mezhebi olarak kullanılır. Bu sebeple "fıkıhta, mezhepte, kültürde, ahlakta" ifadesi yersizdir.

Bu öğüdün bir işe yarayabilmesi için Ehl-i sünnet itikadı kıl ucuna kadar sayılmalıdır ki, okuyanlar ne yaptıklarında, ne söylediklerinde, neye inandıklarında Ehl-i sünnetten kıl kadar ayrıldıklarını bilsinler.

Daha önce de yazdım, Ehl-i sünnet geniş bir çerçevedir, onun içinde birbirine zıt inançlar ve yorumlar da vardır. Bir Müslümanın hangi durumda Ehl-i sünnet dışına çıkacağına hükmetmek kolay ve köşe yazarlarına kalmış bir iş değildir.

Yanmaya gelince, kimin yanacağını belirlemek daha da zordur ve bu konuda ahkam kesmek kişinin yalnızca cahilce cür'etini gösterir.

"Reformculara, yenilik ve değişiklik isteyenlere, Diyalogçulara kesinlikle inanmayınız, kanmayınız, kulak vermeyiniz. Dinden çıkarsınız."

Bu yazı serisinde tekfir (dinden çıkma, çıkarma) konusunda Ehl-i sünnetin kurallarını yazmıştım. "Diyalogçular, yenilik ve değişiklik isteyenler ve reformcular" kâfirler midir ki, onlara inanan ve kulak verenler de dinden çıksın! Aklı başında bir kimse böyle bir söz söyleyebilir mi?

Bir öğüt verilecekse önce "hangi reformcu", "ne yapan, ne söyleyen diyalogçu", "nasıl bir değişiklik ve yenilik isteyen kimse" sorularına açıklık getirmek, sonra da ancak sıradan insanlara, "işte böyle yapan ve diyenleri dinlemeyin" demek gerekir. Aksi halde söylenen, kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramaz.

Son bir yazı ile öğütleri ayıklamaya devam edeceğim.