Bazı hallerde, ekonomistler arasındaki genel ihtilafların arka planı ‘masumdur”.
Bir görüş bildirirken, ekonomistler değişik kıstaslar kullanabilirler; bu da farklı sonuçlar doğurmaktadır. Mesela, enflasyon bir önceki seneye göre düşüktür ama on sene öncesine göre yüksektir. Ayrıca, ekonomistler bazen “kısa dönemi” mi, yoksa “uzun dönemi” mi kastettiklerini belirtmeyebilir. Mesela, vergi kesintileri, kısa dönemde harcamaları, uzun dönemde yatırımları teşvik eder.
Bazen ekonomistler, herkes gibi kibirlerine yenik düşer, bilmediklerini itiraf etmezler. Halbuki, henüz araştırma halindeki bir çok yeni meselede mutlaka belirsizlikler ve ihtilaflar mevcuttur. Nitekim, Greenspan bile, “döviz hareketlerini tahmin etmek zar atmaktan farksızdır” itirafını yapar. Bazen itiraf da fayda etmez. Eski FED başkanlarından Sherman Maisel, “çeşitli yerlerde konuşma yaparken en zorlandığım konu, insanları bizim para hakkında o kadar da çok şey bilmediğimize ikna etmekti” der.
Ayrıyeten, ekonomistlerin bazen ihtilafta olmasını kamuoyu teşvik eder. Mesela, bir çok ekonomist “enflasyonun arkasında sendikaların olduğu” görüşüne katılmaz. Ancak, sendika düşmanı kesimler bu görüşü iddia edecek bir “gönüllüyü” bir türlü bulurlar. Bazen de ekonomistler arasındaki ihtilaflar medya tarafından abartılır. Bunda sansasyon saiki olabileceği gibi, bazen de habercilik gereği böyledir. Bir haberin dengeli olması için, genelde bir mevzu hakkında farklı görüşlere gerek duyulur. Halbuki, o konuda hakim bir konsensüs olabilir.
Ekonomistler ayrıca o toplumun bir parçasıdır; tuttukları bir takım, destekledikleri bir parti vardır. Dolayısıyle, dünya görüşleri ve değerleri ‘tarafsız’ bakışlarını etkileyebilir. Dahası, ekonomide de “mezhepler” vardır. Her ekonomik mezhebin içtihatları da farklıdır. ‘İmam Smith’ mezhebine bağlı olanlar, krizden çıkış için piyasa bazlı reçeteler, ‘İmam Keynes’ mezhebine bağlı olanlarsa, devlet bazlı reçeteler yazar.
Bu kriz göstermiştir ki, ekonomi otoriteleri bazı gelenekleri ve varsayımları gözden geçirmelidir. Mesela, konut piyasalarında bir balon şişerken merkez bankaları seyirci kalmıştır. Gerekçeleri, görev tanımlarında “balon veya köpük patlatmak” olmadığıdır. Amerikan FED’inin, kanunca verilen iki ana görevi vardır; enflasyonla savaş ve ekonomik büyüme. Avrupa ve Türkiye merkez bankalarınınsa temel görevi enflasyonu kontrol etmektir Kimilerine göre, merkez bankaları kafayı sadece enflasyona takmışken, burunlarının önünde şişen balonu görmemişlerdir. Halbuki son yıllarda görülen ekenomik krizlerin arkasında hep bu tür varlık balonları yatmaktadır.
“Balon körlüğünün” bir nedeni, ekonomistlerin varlık fiyatları konusunda piyasalara kayıtsız şartsız “amentüsüdür”. Merkez bankalarının kullandığı modellerin ekseriyetinde, “etkin piyasalar teoremi” hakimdir. Yani, piyasalar varlıkları fiyatlandırırken her türlü ilgili bilgiye sahiptir. Piyasalar adildir; bir şeyi fiyatlarken tam ortadan vururlar. Dolayısıyle, varlık balonu diye bir şey yoktur! Olsa da, akıllı yatırımcılar yapay olarak aşırı değerlenmiş varlıkları satar, hemen balonu patlatırlar. Ancak, Harvard ekonomisti Andrei Shleifer’in belirttiği gibi, bazen akıllılar rüzgarı tersine döndüremez; çünkü bu çok maliyetli olabilir. Bu şartlarda, rasyonel yatırımcılar, ‘çılgınlığa’ direnmek yerine, ondan istifade etmeye calışır. Nitekim, dans ettiği için sonradan işinden kovulan Citibank’ın eski müdürü Chuck Prince “müzik çalmaya devam ettikçe, dans etmek zorundasın. Biz hala dans ediyoruz!” demişti.
Belki bu noktada sıkı bir ebeveyn disiplini gerekiyordu; zira “en iyi merkez bankaları, parti en şiddetiyle devam ederken, içki şişelerini insanların önünden alabilendir”. Ancak merkez bankaları, çılgınlığı sadece seyretti; çünkü çocuklarına çok güvendi.
Prof. Dr. İhsan Işık, Rowan Üniversitesi Öğretim Görevlisi