İslami ve muhafazakar kesimin tüm sivil toplum temsilcilerinin, Aileden Sorumlu Devlet Bakanı'nın eşcinselliğin hastalık olduğu açıklamasından sonra aldığı tepkilere karşı göğsünü siper etmesini ve çok imzalı bir ortak bildiriyle bakana destek vermesini, bu örgütlerin ahlaka pek düşkün olmalarıyla değil, politik taahhütlerine sadakat tutkusuyla, yahut karşılıksız olmayabilecek muhtemel ilişki biçiminin gereğini harfiyen yerine getirdikleriyle açıklamamızı haklı çıkaracak öyle çok sebep var ki.
Özgür Gazze faciasında İsrail'e, ABD'ye ve ana akım medyanın yaklaşımına lanetler yağdıran ve her fırsatta medyadaki yayınlara cevaplar yetiştiren aynı sivil toplum iradesinin, yardım filosuna başından beri sahip çıkmamış ve faciadan sonra da tam yedi saat boyunca tek kelime etmemiş hükümetin ağır ihmaline bir cümleyle olsun sitem dahi etmediğini sineye mi çekeceğiz? Filonun sözcüsü olan IHH'nın yetkililerinin, neredeyse her gün basın toplantısı düzenleyip en küçük detayları bile eleştiri, cevap ve izaha konu ederken nasıl olup da hükümetin tutumuna ilişkin teşekkürden gayri bir tek sözleri olamadığını tuhaf bulmayacak mıyız?
Fethullah Gülen'in Özgür Gazze filosunu suçlayan ve adeta İsrail'in haklılığını ima eden beyanına karşı, bırakın Gülen'i itham etmeyi, hiç olmazsa kampanyanın niyetini savunan bir toplu bildiri yayınlamaktan bile imtina edilmesi hangi ilke, vicdan, ahlak ve tutarlılıkla açıklanabilir?
Böyle davranıldığında İslami kesimin sivil toplum iradesinin, siyasetin iç tartışmalarının parçası ve iktidarın bileşeni olduğu, varlığının da ahlaken değil, siyaseten işlerin örgütlülüğü manasına geldiği suçlaması yöneltildiğinde verilecek haklı ve ikna edici cevaplar olabilecek midir?
Bağımsız sivil toplum kimliği ve haysiyetiyle iktidara destek veriliyor olsaydı, mesela demokratikleşme gibi çok önemli bir konuda toplumun tamamına yakınınında yüksek hassasiyet ve hissiyat başarıyla ayaklandırılabilecekken, her halükarda iktidarın emrine amade bu sivil toplum iradesinin yapabildiği tek şey, en net konularda bile (askeri darbeye karşıtlık, demokrasi yanlılığı vs.) toplumu ortadan ikiye bölmek oldu.
Bugün yaşanan, iktidara ilişmiş sivil toplum iradesinin acıklı serencamından başkası değildir.
Memlekette iktidarın hem doğasından, hem de mevcut pratiğinden kaynaklanan onca kusur, yanlışlık, haksızlık, ayrımcılık ve zulüm varken İslami kesimin sivil toplumunun bunların bir tekine bile toplu itiraz etmemesi, aksine muktedir gücün yanında yeralıp her fırsatta ona destek verecek eylemler düzenlemesi ancak ve sadece politik bir açıklamayla değer kazanabilir. Yoksa sözkonusu sivil toplum iradesini yöneten simaların, kusur sıralamasında eşcinselliğin sömürü ve zulmün üstüne çıkabilecek ağırlıkta olmadığını bilecek okuma düzeyinde yeraldıkları tahmin edilebilir. Ellerindeki sivil toplumun gücünü eşcinselliğin ve onun medyatik desteğinin üzerine seferber etmeye bu kadar mesai, çaba ve imkan harcayacak yerde, aynı kapasiteyi haksızlıklar ve adaletsizliklerin ıslahı için var güçleriyle kullanmaları gerektiğini hatırlatmamızı manasız, lüzumsuz ve yersiz bulacak yeterliktedirler.
Zaten bu nedenle ortadaki fotoğrafın, kelimenin bütün anlamlarıyla “örtme”, “gizleme”, “göz yumma” ve “çarpıtma”yı yansıttığını söylemek zorunda kalıyoruz. İslami kesimin sivil toplum iradesi, şimdilerde bu özelliklerle temayüz ediyor ve iktidara ilişik gelişim sürecinde bu nitelikleri yeni politik kimliğinin tarif edici öğeleri haline getiriyor. Bu haliyle de toplumun güven duyacağı vicdan, insaf, izan, akıl ve ilke olmaktan çıkıp mevcut iktidarın (veya müstakbel başka bir iktidarın/siyasetin) sivil toplum kolları haline geliyor. İktidara yönelen bütün itiraz, eleştiri, isyan ve kahırların mecburi muhatabı oluyor. Mazlumların ve mağdurların hak arama davasını emanet edeceği sığınak olmaları gerekirken, mağduriyet ve mahrumiyetin hukukunu egemene peşkeş çeken sendikal mekanizmadan başka bir işlevin adresi olarak görülmüyor.
Kaderi iktidarın kaderine yapışık, iktidarla simbiyotik varoluş içinde nefes alabilen, akıbeti seçim sandığından çıkacak sonuca bağlı bir sivil toplum olur mu? Böyle bir sivil topluma 'halk' denir mi? Kendisini karşıtının hal, davranış ve tutumuna göre şekillendiren ve onun iktidarla ilişkisini taklit eden bir vicdan hareketi mümkün mü?
İslami kesimlerin sivil toplum iradesi, bu bileşkeyi oluşturan bütün örgütleriyle birlikte siyaseten doğruculuğun kollektif hatasıdır; küresel ve ulusal şaibeli iş ve işbirliklerinin hazmı zor hulasası; politik amaç uğruna çapı uçsuz bucaksız genişlemiş ibaha ve kâr realizasyonunun ürkütücü simgesidir.
Sömürü, haksızlık ve zulüm düzenine cepheden, pazarlıksız, işbirliksiz ve hesapsız isyan etmek adil ulemadan sayılmanın icabı iken bu sivil toplumun âlimlerinin, hiç hicap duymadan, mağdur ve mahrumların adalet çığlığına “kaynağın nereden bulunacağı” sorusunu sorması iktidara kapı kulluğu hüviyetini ihya etmek değil de nedir?
Gelir ve paylaşma adaletinin tesisi için gerekli kaynağın nerede bulunabileceği sorusunu sorarken mağdur ve mahrumlara insafsızca kaş çatan, buna karşılık o kaynakları geride kırıntı bırakmamacasına arsızca tüketen azmanlaşmış sermaye gücünü sorgulamayanlar halkın/sokakların uleması sayılabilir mi?
Hz. Peygamber'den bu yana kesintisiz tarihsel örneklerimizin hal ve hareketleri, bakışaçıları, yapıp ettikleri, itiraz ve isyanları hepsi elimizin altındadır. O müktebesat içindeki örnek kümeleri arasında şimdiki İslami/muhafazakar sivil toplum iradesinin dayandığı damar, Emevi sarayının toplumsal karşılığından başkası değildir. Bununla mutlu olan ve halini değiştirmeye yanaşmayanları bekleyen dünyevi ve uhrevi akıbet hakkında Kur'an'daki benzetmelere tekrar tekrar bakmanın nefsini ıslaha niyet etmeye faydası olabilir.