Problemleri çözmenin temel kuralı, problemin ne olduğunu anlamaktır. Yanlış teşhis, hatalı tedavi yoluna sapmak demektir. Hatalı tedavi bırakın hasta bir bünyeyi iyileştirmeyi, sağlam bir vücudu bile hasta yapmaya yeter.
Ülkemizde yaşanan ve vatanını, milletini seven herkesi derin üzüntü ve düşüncelere sevk eden son olaylar karşısında paniklemeden, akl-ı selimi elden bırakmadan hareket etmek zorundayız. Olayları takip etmeyen, düşünce ve analiz yapmaktan yoksun kişilerin fevri davranışlarını engellemeliyiz. Bu ülke hepimizin, öyle veya böyle bizden sonraki nesillerin de bu topraklarda yaşayacaklarını unutmadan, nefret tohumlarını büyümeden yok etmeliyiz.
Önce çuvaldızı kendimize batırmak zorundayız. Altın bir kuralı hatırlatarak yazımıza devam edelim: İnsanlar kalplerinde olanı değiştirmedikçe ve bu değişimi samimi bir şekilde fiillerine yansıtmadıkça, Yüce Allah (cc), onların durumunu değiştirmez. Peygamber Efendimiz (SAV)’de, sayısız defalar Müslümanlar hakkında en çok korktuğu şeyin dünya sevgisi (çoğu kere bu sevgi, mevki, makam, kadın, zenginlik, nüfuz olarak kendini göstermektedir) olduğunu buyurmuştur. Müslümanlığın ayırıcı vasfı bir kişinin elinden ve dilinden diğer kişilerin emin olmasıdır. Bu husus, samimiyet, adalet, merhamet ve kendi nefsi için istediğini kardeşi için de istemekle ortaya çıkar.
Muhammed Ali’ye atfedilen bir söz var: Ne zaman işler ters gitse, canımı çok sıkacak olaylarla karşılaşsam, babam “Oğlum, namazlarında bir aksaklık mı var?” diye beni ikaz ederdi. Özünde bu soruyu, İslam’ın yapmakla veya kaçınmakla yükümlü olduğumuz bütün emirleri için düşünebiliriz. Kısaca başımızda hangi gaile varsa ve hangi noktada imtihana tabi tutuluyorsak aslında bu özbenliğimizi terbiye edemememizden, eskilerin nefs-i emmare adını verdiği, Müslümanlığa yakışmayan hal ve tavırlarımızdan kaynaklanmaktadır.
Bizler -Türkiye’de İslam’ı kendisine referans alarak siyaset yapanları kast ediyorum- iktidarı ve iktidar nimetlerini hayra teşvik, şer’e fren olsun diye istemedik mi? Adil Düzen kavramı, bizimle birlikte tüm ezilmiş, mağdur, ülkesi adına bir çıkış yolu arayan herkes için değil miydi? Gücü küçük görmeden ama kutsamadan siyaset yaparken iktidarın gücü karşısında bu kadar kendimizden geçmemizin mantıklı bir izahı var mıdır?
Ülkeyi ben yönetiyorsam, başarılar bana aittir. Bu anlayışın kabul edilmesini hatta yerleşmesini istediğimiz anda, tersten okuma yapanların durumunu da kabul etmemiz gerekmez mi? Yani, başarılar size aitse o zaman başarısızlıklar da size ait olmalıdır. Söylemek istediğim, başarı, başarısızlığın zilletini de kabul edenlerin olmalıdır. Kendi cenahımızdan baktığımızda kısaca durumun özeti budur. 13 senede geldiğimiz nokta, bulunduğumuz mevki ve işgal ettiğimiz makamların araç olmaktan öteye amaca dönüşmesindeki tehlikenin farkına varamayan zihniyetin genel kabul görmesidir. Hataları ile yüzleşebilen insan ve topluluklar, bu yüzleşmeden ders çıkartıp hata oranını azalttığı müddetçe iktidarda kalabilir. Yoksa hataları ile yüzleşemeyip yüzsüzleşenler kendileri ile birlikte inandıkları o temiz davanın da sonunu hazırlarlar.
Yukarıdaki ifadeleri okurken, “hırsızın hiç mi suçu yok?” dediğinizi duyar gibiyim. PKK noktasında Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek askeri, gerek siyasal anlamda bundan daha öte bir tavrının olabileceğine inanmıyorum. Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun terörden medet uman insanların bırakın siyaset sahnesinde, ülkede nefes alamamaları gerektiğine inanıyorum. PKK terörünü bitirecek olan Kürt kardeşlerimizin kendileridir. PKK’nın sadece bu ülke ve bu ülkede yaşayan insanların değil, bizzat Kürtlerin en büyük düşmanı olduğuna inanmaları ve bu teröre dur diyebilmeleri şarttır. Kimse hamaset yapmasın, terörün bitirilmesi için, PKK’ya veya siyasi uzantılarına destek veren Kürt kardeşlerimizin oynanan oyunun farkına varması gerekir. Yazının girişinde nefsimiz için söylediğim gerçekleri Kürt kardeşlerimiz kendileri için okusunlar. İç ve dış bütün ülke düşmanlarının beslemesi PKK terörünü bitirecek olan, bu desteğin kesilmesi değil (ki, zaten pratikte bunu yapamazsınız) PKK’nın Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere Kürt tabanında karşılık bulamaması olacaktır.
Kürt kardeşlerimiz artık anlamak zorundalar. Her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin terörden arınarak huzura kavuşması (komşu ülkelerin haline bakıldığında) en çok Kürtlerin işini kolaylaştıracaktır.
Elbirliği ile bu acıları dindirmeliyiz. Bunun yolu İslam’ı referans alarak siyaset yapanların gerçekten inandıkları değerleri hayata geçirmeleri, Kürt kardeşlerimizin de sebep ve niyeti ne olursa olsun, terör ve terör örgütü ile aralarına kalın bir çizgi çizmeleri ile mümkündür.