Bazı zamanlarda yüzümüzün aldığı şekle, ellerimizin, kollarımızın hareketlerine, eğilmelerimize, kıvırmalarımıza bakarsanız, bizi haşa meleklerden de üstün bir yaratık zannederler. Hele sesimizin tonu, seçtiğimiz kelimeler karşımızdakini hayran eder bize.
Ah.. bizi yarım asırda ne kadar bozmuşlar haberiniz var mı? Karşımızdaki insanlara hoş görünmek, şirin görünmek için atmadığımız takla kalmaz, söylemediğimiz yalan kalmaz, ne garip varlıklara dönüşmüşüz meğer biz. İşte, günlük hayatta hiç çekinmeden normalmiş gibi kullandığımız cümleler. Bakınız yalanlara…
Ben anlamıştım. ( Anlamıştın da neden tuzağa düştün?)
Önemli olan ruh güzelliği canım.
Senden başka kimseyi sevmedim.
Aaaa. Hoşgeldin. Ben de şimdi sana geliyordum.
Abi İş Yarın tamam.
Öğle tatili yapmıyoruz.
Şimdi ben de seni arayacaktım.
Orijinal yedek parçası.
Telefon şehirler arasına kapalı abi be.
Burada torpil geçmez kardeşim.
Valla girilmez levhasını görmedim memur bey.
Yemeğe kalsaydınız.
Çok üzüldüm.
Her bedene uyar abla.
Davetliydik ama gitmedik.
Kızımızı ne doktorlar ne mühendisler istedi...
Herkese eşit zam yapıldı.
Hatırası var.
Sen her şeyin en iyisine layıksın.
Biz sadece arkadaşız.
O benim ağabeyim gibiydi.
Ben zaten böyle olacağını biliyordum.
Emrin olur.
Arkasından değil, burada olsun yüzüne de söylerim.
Bilsem söylemez miyim???
Ayıp ettin valla kimseye söylemem.
Kolay gelsin herkese.
Aradım valla yoktun...
Kusura bakma güzelim, bizde de hiç bozuk kalmadı.
Yolda lastik patladı.
Çok kolay bir ders. Ben hep 100 alırdım.
Baba, bu dönem kitaplar çok tuttu.
Yedi göbekten İstanbulluyuz.
Üç saatte Ankara'ya indik.
Çok yakın ahbabım olur.
Elimizde büyüdü.
Orada durumunu toparlamış. Paraya para demiyormuş.
Paranın ne önemi var mühim olan insanlık.
Abi sen kapat, ben hemen arıyorum.
Çocuğu gönderdim bile, birazdan sende.
İmkansız, daha ucuza bulamazsınız.
Şimdi seni düşünüyordum.
Makine bozuk. (Resmi daire fotokopicisi)
Giyince açılır, merak etmeyin.
Seni sevdiğim için yapıyorum bunları.
Kapatmam lazım, ocakta yemek var.
En doğru, en hızlı, en detaylı haberler için bizi izleyin.
Biz demokrasinin bekçisiyiz.
Saat durmuş, çalmadı.
Yok canım, benim değil, arkadaşlar unutmuş.
Biz de şimdi içeri girdik.
Biz de tam kapıdaydık.
Aaa, sana en az beş e-posta gönderdim, almadın mı?
Sürekli arıyorum, düşmüyor.
Karım çok hasta, acil servise yetiştirmem lazım.
Oo hooo...çoktaaaan.
En geç haftaya hepsini öderim.
Arayacaktım ama işler çok yoğun, kafamı kaldıramıyorum.
Abi ikinci köprüde bir basmışım, kadran 225.
Bir tanesi sorun çıkarsın, hepsini geri getir.
Benim köylüm, benim çiftçim, benim memurum.
Abla tabaklar tamamıyla ithal malıdır, kırılmaz.
Kurtarmıyor abla, bak inan zararına satıyorum.
Müşteri: Garson bey kadayıf taze mi? Garson: Tabii beyefendi, daha bu sabah çıktı.
Elimde kalmamış beyefendi, siz girmeden biraz önce son parçayı sattım.
Çok yakışmış...
Telefon kapalı değildi... Demek çekmemiş. Hay Allah!!!
Aslında sorular çok kolaydı.
Ben mi onu seviyormuşum. Daha neler gıcık oluyorum ben ona ya...
Ders çalışıyorum...
Canım bilerek olmadı ya..
Ben ders çalışsam ooohoo...
Bunlarla kalsa iyi, bir de iki yüzlülüğümüz var. Orada başka davranış ve sözler, burada başka. Bunların izâhı mümkün mü arkadaşlar?
Bir Japon, Istanbul'da geçirdiği bir haftanın sonunda fikri sorulduğunda şunları söylüyor:
“Türklerin evine gittiğinizde, tanımasalar da buyur ediyorlar. Siz oturmadan kimse oturmuyor. Siz sofraya geçmeden kimse geçmiyor. En iyi yere sizi oturtuyorlar. Siz yemeğe başlamadan kimse başlamıyor. Zorla her yemekten tattırıyorlar. Siz kalkmadan kimse, evin çocuğu bile sofradan kalkmıyor. Çay, kahve, meyve, ikram bitmiyor. Herkes sizi rahat ettirmek için uğraşıyor. Kumandayı elinize veriyorlar. Sırtınıza, altınıza yastık konuyor. Yorgunluktan ölseler bile siz kalkmadan kimse gidip yatmıyor. Gitmeye yeltendiğinizde bu kez bırakmıyorlar. Yataklarını veriyorlar, kendileri kanepede, koltukta yatıyor.
Sonra evden çıkıyorsunuz aynı adamlar 180 derece değişiveriyor. Herkes arabasını üstünüze sürüyor. Arabanın burnunu çıkarmazsanız kimse yol vermiyor. Kornalar, küfürler. Şerit değiştirmek bile mümkün değil. Yayaysanız ışık olmayan bir geçitten mümkünü yok
gedemezsiniz.
Evde öyle, arabada böyle, nasıl bir anlayış? Bu işi ben çözemedim, çözebileniniz varsa beri gelsin.”
İki yüzlülük, saygısızlık vs. bunların hepsi cehaletle alakalıdır. Başta da söylediğimiz gibi; bizleri doğrulardan ayırdılar. Bir devletin ayakta kalabilmesi, devamlılığı ancak, doğru bilgilendirme ve caydırıcı ceza ile mümkündür. Bizlere bu ikisini çok gördüler. Ne doğru dürüst bir bilgi aktarımı var, ne de caydırıcı cezalar var.
Bizim insanımız yere düşen ekmeğin üstüne basmaz ama, yere düşen insanı tekmelemekte üstüne yoktur.
Avrupa’yı sevmesek de, özellikle bazı Avrupa ülkeleri kendi doğrularını ciddi şekilde okullarında öğretmekte ve koyduğu caydırıcı cezalarıyla sistemini yerleştirmektedir. Öyle değil mi? Avrupa’da yaşayan vatandaşımız, orada yerlere çöp atmıyor ama Kapıkule’den girer girmez yerlere tükürmeye, çöp atmaya başlıyor.
Niye burada böyle yapıyorsun diye sorulduğunda, “herkes öyle yapıyor” diyor.
Kendi fikri olmayan insanın duruma göre hareket etmesidir bu. Kendi fikri de, önceden bilgilendirilmesine ve konulmuş kanunlarına bağlı.
Hatalarımız çok..
Karşımızdaki adam iri yarıysa, “buyur abi”” diyor, ufak tefekse “ne var lan” diyoruz. Oysa ki, insanların onuru birbirine eşittir.
Bizde keyfe göre davranmak vardır. Keyfimiz yerindeyse, evimize girerken “merhaba millet” veya “Selamün Aleyküm” , değilse surat asıyoruz.
Oysa keyfimiz yerinde olsun olmasın insanlara saygılı davranmak zorundayız.
Diyorum ki, yerdeki ekmeğe saygılı olma konusunda ülkemde mutabakat var, kimse basmaz ve basamaz, ayağıyla dürtükleyemez, ya da öper koyar bir kenara.
Ekmek nimettir kabul, peki, insan nimet değil mi Allah aşkına?