Türkiye'nin "yönetilemez" bir ülke hâline getirilmesine yol açan sorunlarından biri, "yerel yönetimler" sorunudur. Türkiye'de gerçek anlamda "yerinden yönetim" anlayışına dayanan bir yerel yönetim anlayışı maalesef yoktur ve bu konuda Ömer Dinçer'in hazırladığı yerel yönetimler reformu taslağı, bu taslağa en fazla sahip çıkması gereken sol-sosyal demokrat-laik çevrelerin gürültü-patırtıları sonrasında rafa kaldırılmıştır. Sadece bu fenomen bile, Türkiye'de solun özgürlükçü, halktan ve haklardan yana değil, gerçekte nasıl faşizan, baskıcı, jakoben genlere ve özelliklere sahip olduğunu göstermeye yeter, sanırım.
Türkiye'de yerel yönetimlerin başının belediye başkanları değil de, valiler olması, Türkiye'deki sistemin baskıcı, tepeden-inmeci yapısının bir başka göstergesidir. Valilik sistemi, Baasçı, komünist sistemlere özgü bir uygulama olarak çoktan tarihin çöp sepetini boyladı; ama Türkiye, bu kadar ilkel bir sistemi tartışmaya bile cesaret edemiyor. Neden acaba?
Bütün bunlar, Türkiye'de esaslı bir temsiliyet ve meşrûiyet krizi olduğunun göstergeleridir. Türkiye, öznesi halk olmayan bir sistemle yönetilmeye çalışılıyor hâlâ. O yüzden halka hep kuşkuyla bakılıyor; halkın talepleri oligarşik mekanizmalar tarafından kolaylıkla devre dışı bırakılabiliyor.
Rotasını ve iddialarını yitirmiş bir ülkede, hiç olmazsa yerel yönetimlerde artık halkın özne olabileceği bir düzenek kurulmalıdır. Yerel yönetimlerin yolsuzluklarla birlikte anılır hâle gelmesi, yerel yönetimlerde yapılabilecek esaslı işleri ihmal etmemizi gerektirmez, gerektirmemeli.
Geçtiğimiz haftalarda sevgili dostum Mehmet Tokkan'ın daveti üzerine Sakarya İlim ve Hikmet Vakfı'nda nezih bir dostlar grubuna gece geç saatlere kadar süren bir konferans verdim. Konferanstan sonra Sakarya Belediye başkan adaylarından Esat Pınarbaşı ve birkaç arkadaşla birlikte neredeyse sabaha kadar süren bir toplantı yaptık.
Esat Bey, Sakarya için düşündüğü projelerini anlattı. Sakarya'nın -orijinal fikri Sokollu'ya ait olan- Hamburg gibi bir liman şehrine dönüştürülmesinden dünya şehirleriyle ortaklaşa büyük projelere girişilmesi amacıyla geliştirdiği "Küresel Yatırım Koordinasyon Merkezi" projesine, FÜTZ ve PEST adıyla adlandırdığı ulusal ve uluslararası sermayeyi Sakarya'ya çekecek ekonomik, teknolojik ve kültürel projelere, şehrin İstanbul'un yükünü hafifletecek gelişmiş ama kimlikli büyük bir cazibe merkezi hâline getirilmesine kadar bir yığın projesini anlattı bize.
Esat Pınarbaşı, hem dürüst, kişilikli, güven veren, işinin ehli biri; hem de uluslararası önemli kişi ve kuruluşlarla büyük çalışmalara imza atmış bir kişi. Esat Bey'in hem kişiliği, hem de projeleriyle beni etkilediğini itiraf etmeliyim.
Geçtiğimiz hafta, Üsküdar'da AKP Üsküdar ilçe başkanı öncü eğitimci Zekeriya Erdim'in ve sevgili düşünür-yazar ağabeyim Mehmet Ali Bulut'un çabalarıyla Üsküdar belediye başkanı adaylarından Çağrı marketlerinin sahibi Mustafa Kara'nın projelerini ve hedeflerini anlattığı, Türkiye'nin çeşitli sorunlarını enine boyuna tartıştığımız nezih bir toplantıya katıldım.
Mustafa Kara da, Esat Pınarbaşı gibi güven veren, idealist, iddialı ve halkla iç içe biri. Üzerinde yoğunlaştığı mesele, gerçek anlamda yerinden yönetim meselesi: "Halk, kendi şehrini yönetebilmeli", diyor Mustafa Bey. Bunun için geniş kapsamlı bir halkla ilişkiler merkezi kurmayı tasarlıyor. Mustafa Kara, bir belediye başkanının hedeflerinin kısa, orta ve uzun vadeli olması, hedeflerini çok net ve kalıcı projelere yönelerek belirlemesi gerektiğini "hedefsiz yelkenliye, hiçbir rüzgâr yardım edemez" sözüyle özetliyor. Üsküdar'ın tarihî ve kültürel misyonuna uygun büyük kültürel projelere imza atacağını söylüyor. Üsküdar'ın kültür ve ticaret şehri yapılması, şehrin kimliğinin korunması, sağlıklı yapılaşma gibi temel konularda önemli projeleri olduğunu anlıyorum yaptığımız toplantıdan.
Burada bizzat görüştüğüm ve fikirlerini, projelerini önemsediğim iki değerli başkan adayından sözettim. Şimdiye kadar ilk defa böyle bir şey yapıyorum. Eğer bu adaylar, başkan seçildiklerinde iş tutuş tarzlarında ve vaatlerini yerine getirmekte bir problem görürsem, onların yakasına yapışacağımı kendilerine ilettim.
Son olarak, yerinden yönetime, bunun için de kişilikli, güvenilir ve ehliyetli yöneticilere ekmek kadar, su kadar ihtiyaç hissettiğimizi söylemek bile gerekmiyor.
Not: Bugün, Tepebaşı'ndaki Marmara-Pera Otel'de Amerikalıların düzenlediği, Medya'da İslâm'ın sunuluş biçimlerinin tartışılacağı "Faith in Media" başlıklı bir sempozyum var. Ben de, saat 14.30-15.30 arasında bir tebliğ sunacağım. İlgilenen okuyuculara hatırlatmış olayım-YK.