15 Temmuz tarihimizde yerini almış müstesna bir gün ve gerçek bir bayramdır. Milletin sinesinde açtığı yaralar henüz taze olduğu için, biraz mahzun bir bayram. Tarihi değeri ve fonksiyonu zamanla ortaya çıkacak ve daha iyi anlaşılacaktır. Devlet ve millet olarak buradan elde edilen kazanımları artırarak koruyabilirsek, bizden sonraki kuşaklar özgürlüğün gerçek anlamını ve tadını alacak, hazzını yaşayacaktır. Bunun sosyoekonomik hayata, hatta kültür ve sanata somut yansımaları görüldükçe değeri ve kıymeti daha iyi idrak edilecektir.
Milli bayramlar hamaset günleridir. Herkes gibi benimde hoşuma gider hamaset. Söyleyeni rahatlatır, dinleyenin duygularını okşar. Bu konuda malzeme de yok değil hani. Ancak Fetö ile ilgili söylenmeyen, yazılmayan pek bir şey kalmadı. Onun için artık biraz hakikat konuşmak gerek diye düşünüyorum.
Bu yapı siyasal hayatımızda çok büyük tahribatlar yaptı. CHP’de genel başkan değişikliğine yol açan kaset skandalı bunların eseriydi. Hiç de bir dirençle karşılaşmadılar. Aynı şekilde MHP’ye yapılan kasetli saldırılarda bunların işiydi. Orada da kısmen başarılı oldular. Tam başarılı olamayınca da içerideki etkileriyle sonradan bölünme yoluna gittiler.
Ancak orada farklı bir dinamik devreye girdi. 2011 seçimlerinin hemen arefesinde, Sağduyu Partisi Onursal Başkanı muhterem Muharrem Nureddin Coşan bir bildiri kaleme aldı. “Birleşsin güçler, tek yürek olsun iyiler!” diyerek MHP’ye destek istedi. Cumhur ittifakının temeli beş sene önce bu bildiri ile atıldı sayılır. Orada FETÖ’ye dikkat çektiği; “Maneviyat bahçemize dadanmış domuz sürülerini, sırtlanları, hain köpekleri, kurnaz tilkileri, leş kargalarını, kanımızı, canımızı, değerlerimizi, zenginliklerimizi emmeğe yeltenen sülükleri, asalakları silkele, sırtından at..”(1) ifadeleri bazı Ak Partililerin yoğun tepkisine sebep olsa da, bir kısmının gözlerindeki perdenin kalkmasına vesile oldu.
Ak Parti öncesi Türkiye öyle güllük gülistanlık, ne muhtıradan bi haber, ne darbe görmüş bir ülke değildi. Amerikan emperyalizminin erişemediği, batı kapitalizminin diz çöktüremediği tek kara parçası da değildi yeryüzünde.
Ak Parti de diğer hükümetler gibi, milletten aldığı yetki ile iç ve dış dengeleri gözeterek, dümeni kırılmış ekonomiyi, hallaç pamuğuna dönmüş sosyal yapıyı derleyip toparlayarak işe koyuldu. İçerde statükocuların el enseleri, dışarıda Avrupa Birliğinin ayak oyunlarıyla didişerek, kendine lazım olan öz güveni sağladıktan sonra, önce evinin içini, sonra kapısının önünü temizlemeye başladı yavaş yavaş. Partinin içindeki işbirlikçiler böylelikle uzadı ufak ufak. Sonra ayrık otu gibi her yeri sarmış ahtapotun parmakları, kolları tıraşlanmaya başladı, ince ince. Bunu fark eden hain yapı kılıçları çekti, Ak Partiden daha büyük bir hışımla intikam peşine düştü, 7 Şubat, 17-25 Aralık, arkası malum.
15 Temmuz bir dönüm noktasıdır. Hiç de öyle danışıklı dönüşüklü bir olay değildir. Gerçek mermilerin kullanıldığı, F16’ların ses bariyerini aştığı bir tiyatro olamaz. Bunu söyleyenlerde biliyor buna kimsenin inanmayacağını ama postal yalamanın da bir bedeli olmalıydı. Gerçi hainler tatbikat diye kandırmış, Beyaz Saraydakiler bilgisayar oyunu sanmışlar, paşamın tiyatro sanması çokta yadırganmamalı(!). Gerçi bu tiyatro diyenlerin siyasi tarihi yazılsa, darbeler tarihi diye ders kitabı olur, kürsülerde okutulan. Vakıa;15 Temmuz, darbenin halk desteğiyle püskürtülmüş olması hasebiyle hem ülke tarihinde bir ilk, hem de başka hürriyete hasret toplumlara ilham kaynağı olmuştur. Tabi burada, Kahire’de vahşice bastırılan Rabia direnişinin hakkını da teslim etmek gerekir.
15 Temmuz bir turnusol kâğıdıdır. Kimin gerçek demokrat, kimin mandacı olduğu, kim hürriyet aşığı, kimler darbe şakşakçısı, postal yalayıcısı, totaliter rejim yanlısı, hepsi ayan beyan ortaya döküldü. O gece milletin yaşamış olduğu travma o kadar ağırdı ki; hem süfeha ordusu son atımlık barutuna kadar her şeyini kullandı, hem de efendileri sahaya sürecek tüm uşaklarını mayın eşeği gibi teker teker sahaya sürdü. Türkiye Cumhuriyetinin ikinci yüz yılı için bir milattır o gece. Ondan sonra şekil alan tüm sosyal ve siyasal yapılar buna göre değerlendirilmelidir.
Herkesin üzerinde ittifak ettiği en önemli konu Fetönün en ziyade dini ve kültürel alanı istismar ettiğidir. Bunu da besleyen en önemli zemin, on yıllardır resmi ideolojinin dinmiş gibi dayatılması ve katı laiklik anlayışı ile milletin ensesinde poza pişirme gayretleridir. Zira bunlar en büyük kamuoyu desteğini ergenekon - balyoz davaları üzerinden sağladılar. Aynı şekilde finans ve insan kaynağını da bu sebeplerle topladılar.
Bu hainlerin en çok tarumar ettiği alan manevi hava sahamız olmasına rağmen, onlara gerekli cevabı millet yine aynı dilden vermiştir: Ezanlarla, salalarla, tekbirlerle, kıyama kalkan, şahadete yürüyen Anadolu irfanı dikilmiştir karşılarına.
“Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşların yanında füze
Başka âlemlerle farkımız bizim”(2)
Hülasa, 15 Temmuzla Türkiye büyük bir kamburdan kurtuldu, düze çıktı, gözü ve bahtı açıldı. Bundan sonraki süreçte önceliğimizin; kadim değerlerimiz ve doğal liderlerimizle, sosyokültürel sorunlar, eğitim sorunu, özellikle de dini eğitimi bilimsel gerçeklik ve kültürel kodlarla uyum içerisinde ele almamız gerektiği kanaatindeyim.
Bu darbe ne tek başına reise karşı, ne de reisin temsil ettiği değerlere karşı yapılmıştır. Mamafih darbenin asıl amacı, milletin değerleriyle buluşma, geçmişiyle barışma ihtimalidir.
Ama eğri oturup doğru konuşalım, bir gerçek de var ki, oda bu direnişin başarıya ulaşmasında sayın cumhurbaşkanımızın tartışılmaz liderliğidir. Mevcut konjonktürde başka bir ihtimali düşünmek dahi akla ziyan.
Bu sebepten dolayı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, ilk gençlik yıllarımda tanıyıp takdirle, ta’zimle sevip saydığım şehit Ahmet Özsoy abime, yöneticiliğini yaptığım yurtta öğrencim, canım kardeşim şehit Yasin Naci Ağaroğlu ile tüm şehitlerimize, gazilerimize, karanlık gecenin zulmetini yırtıp, Allah’ın izniyle milleti aydınlığa çıkaran kahraman vatan evlatlarına ebedi rahmetler, minnetler, şükranlar sunuyorum.
La galibe illallah.