Radikal'de Murat Yetkin'in yazısına konu ettiği ve Milliyet'te de Güven Özalp'ın Brüksel'den haberleştirdiği "Uluslararası Kriz Grubu" nun (International Crisis Group) raporuna göre, TürkiyeAvrupa Birliği ilişkilerinde gelinen durma noktası endişe verici düzeye ulaşmış durumda.
Kriz Grubu konuya şöyle yaklaşmış:
- Geçen iki yıl boyunca meydana gelen iç krizler ulusal reformları yavaşlatmış, yeni bir anayasa vaatlerine ihanet etmiş ve katılım müzakerelerini sürdürmek için gerekli siyasi iradenin altını oymuştur. Türk liderler, en azından 2009 yerel seçimlerinden önce bu gidişin değişeceği yolunda yetersiz işaretler vermekte ve AB devletleri de reform sürecinin canlandırılması için yeterli baskıyı uygulamamaktadır.
- Her iki taraf da birbirlerinden kazanacakları ne kadar şey olduğunu hatırlamalı ve iki taraftan birinin bir aşamada müzakereleri yeniden başlatması nereyse imkânsız olacak şekilde kesmesiyle sonuçlanabilecek baş aşağı gidişi durdurmak için birkaç cephede hızla harekete geçmelidirler.
Kriz Grubu, sorumluluğun AB'nin payına düşen bölümünü de şu şekilde hatırlatmış:
AB'ye düşenler
- Türkiye'nin tüm kriterlere uyum sağladığında tam üye olabileceği kesin bir dille ve sık sık tekrarlanmalı; tarama ve yeni başlıklar açılması üzerindeki gayri resmi engellemeler kaldırılmalı ve Türk şirketleri AB mevzuatına uyum sağlamanın gerekleri, yararları ve maliyeti konusunda bilgilendirilmeli... Avrupa'dan PKK'nın "Türk Kürdü asilerinin" finansmanına kesin darbeler vurulmalı; Türkiye'de terörist saldırılarla bağlantılı olarak gelen yakalama ve sınır dışı talepleriyle gereğince ve adil ilgilenildiğinden emin olunmalı.
Uluslararası Kriz Grubu'nun raporundaki teşhisler, ifadeler ve öneriler tabii ki tartışılır.
Ancak bu düşünce grubunun ağırlığı hesaba alındığı takdirde, bunları yok saymak herhalde akla pek sığmaz.
1995'te Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Mark M. Brown ve Amerikan diplomatı Morton Abramowitz tarafından oluşturulan Grup, şu anda AB Dış İlişkiler Komiseri Chris Patten ve Amerikan diplomatı Thomas Pickering tarafından yönetiliyor. Kriz Grubu'nun kaynaklarını ise 22 hükümet ve çeşitli ülkelerdeki sivil toplum örgütleri sağlıyor.
Uluslararası Kriz Grubu'nun her raporu, hem AB içinde hem de dünyada konuyla ilgili çevreler tarafından önemle ve saygıyla değerlendirilir.
Gözümüzden kaçanlar
Türkiye-AB ilişkilerini konu alan bu son raporu da, önemsemek durumundayız.
Neticede bu rapor Türkiye-AB ilişkilerindeki bir krizin alarmını vermekte ve "iki taraftan birinin bir aşamada müzakereleri yeniden başlatması nereyse imkânsız olacak şekilde kesmesiyle sonuçlanabilecek baş aşağı gidişi durdurmak için birkaç cephede hızla harekete geçmelidirler" denilmektedir...
Bizler iç politikanın kemikleşmiş tartışma ve kavga konuları arasında AB ile ilişkilerin kopma noktasına gelebileceğini görmemiş olabiliriz.
Bu rapor bunu vurguladığı için bizi biraz uyandırırsa, içerdiği teşhis ve önerilerden daha yararlı bir işlevi gerçekleştirmiş olacaktır.
AB yetkilileriyle yaptığımız temaslarda, onların bu raporu hazırlayanlardan daha rahat ve sabırlı hava içinde olduklarını gördük. Bunun ise, Türkiye'nin içinde bulunduğu genel yerel seçim ortamından kaynaklandığı hissettik.
Sabrediyorlar
Yani mart ayındaki yerel seçimden sonra da Erdoğan Hükümeti AB reformlarına dönük durgunluğunu sürdürürse, Rapor'daki hava AB yetkililerinin ruh hallerini de yansıtıyor olabilir.
Ya Türkiye-AB ilişkileri inişe geçerse ne olur sorusunun cevabını ise Rapor'dan alıntılayalım:
- Türkiye ' nin karşılaşacağı tehlikeler açıktır: Zayıflayan reformlar, Türkler ve Kürtler arasında yeni gerilimler, iç politikada kutuplaşma ve on yıllık ekonomik mucizedeki asli çapanın muhtemel kaybı. Avrupa için maliyet daha uzun dönemli olacaktır: En büyük ve en hızla büyüyen yakın pazarlara daha zor erişim, Kıbrıs'ta yeni gerilimler ve Ortadoğu'nun istikrarı, AB enerji güvenliğinin güçlendirilmesi ve İslam dünyasına ulaşmada Türkiye'nin sağlayabileceklerinin kaybı.