Üniversite de camdan dışarısını seyrediyorum. Öğretmen dersi devam işliyor. Bense kendi iç âlemimde kısa bir yolculuk yapıyorum. Kafam karma karışık. Bir şeyler eksik bende ama o eksik olan şey ney?
Bakışlarımın son noktası büyük gövdeli bir ağaç. Ağaç ki çok haşmetli. Gövdesi benden baya bir büyük. Selvi boylu dalları ise ip ince. Üzerindeki yapraklar ise dallara teslim olmuş âdeta. Yapraklar arada bir oraya bir buraya sallanıyorlar. Rüzgardır onları arada bir sarsan.
Tam o esnada bir tane yaprak var ki, rüzgarın haşmetiyle daldan düştü. Yaprak sallana sallana yavaş bir hamle ile yere kondu. Yapraklar var zor mücahadele ile ayakta kala bilen. Yapraklar var, kimisi solmuş, kimisi yem yeşil.
Gözlerim son anda yere düşen bir yaprağa ilişti. O onun sonu muydu? Yaprak yerinden koparıldı. Diğerleri onun ardından onu seyrediyor. Kiminde hüzün, kiminde yaş. Belki de bir veda türküsü mırıldanıyor kimisi.
Bir elveda!
Bir vedaydı, yaprakların dahi unutmadığı. Sadece bir veda...
Kim bilir, kaç sene birlikte o ağaçın dallarında sallandılar. Hangi yağmur damlası üzerini ıslattı, kim bilir. Oda hayatından, bulunduğu mekandan belki de çok memnundu. Ayrılıga dayanamadılar...
Arkasından sadece bakip kalan diğer yapraklar.
Dua edildi belki de; “EY ALLAH´IM ONUN KUSURUNU BAĞIŞLA” dediler. Kusur sadece insanlara mahsus değil miydi? Değilmiş meğer.
Yoksa bu onun kusurunun bir cezasımıydı – yerinden, sevdiklerinden ayrı düşmek?
Yoksa onun sadece ecelimi? Var mıydı onunda bir canı?
Evet, bir yaprağın dahi bir canı vardı ve vakti saati gelince teslim edilmesi gereken. Hayat, bir yaprak içinde son bulmuştu işte. Oda hayata bugün gözlerini yumdu...
Bense bu yazıya veda ediyorum...
Selam ve dua ile...