Huzursuz vicdan, vicdansız huzur!

xxx65
"Huzursuz ruhların zamanaşımına kaçamayan vicdanları konuşacak"tı ya...
"Yüzlerce adam öldürmek"ten bahseden...
"Biz Susurluk kazasının Ergenekon'u aydınlatan lambasıyız" diyen...
"Huzursuz ruh" konuşuyor işte.
Kim bilir; belki itilmenin, kakılmanın, unutulmanın, kendini "aldatılmış koca" saymanın huzursuzluğu...
Kim bilir, belki bir ananın, babanın, kardeşin, evladın, arkadaşın yüzüne bakarkenki titreme...
Kim bilir, bir mezar taşının, bir hatıranın, bir köşeden çıkan bir pusulanın, bir resmin, bir ihanetin, bir lanetin sarsıntısı...
Kim bilir, belki bir arkadaş anasının patlamış vicdanının yürek yıkıntısı, eldeki bir kan kırmızısı, bir duanın ruh kazıması, bir aynadaki suretin iç enkazı.
Ama... "Kurşun atanlar"ın da bir vicdanı... mümkün işte. Belki derin bir pişmanlık, kesif bir utanç, kahreden bir iç hesaplaşma değil.
Ne ki, yürek bir şekilde zorluyor işte.
Nemalanma, yuvalanma, efelenme, yeraltı ve yer üstünde kendine kendince itibarlı, korkutan, hükmeden bir yer edinme; sözde itibar, sözde saygı görme bir yana...
"Katiller"in bir kısmı, kanlı elleri ardında, mümkün ki, inim inim inleyen huzursuz vicdanlarla yoruldu.
Oysa, onların "Siyasi, idari, askeri" patronları, bu "Bin cinayet" furyalarının medya yatakçıları, ellerini hep temiz, vicdanlarını hep yüksüz, itibarlarını hep kusursuz saydılar.
"Kurşun atanlar"ı kullananlar, cinayet ve katliamları için siyasi, idari, askeri kararlar verenler, medya propagandasıyla yollarını açıp suçlarını karartanlar, bırakın hesap filan vermeyi, acaba kendi iç sesleriyle bir hesaplaşmaya bile giriyor mu?
"12 Eylül öncesi" ile "Susurluk" arasındaki köprü, Ergenekon güzergahının kavşağı, bizzat "12 Eylül darbesi"nin kendisi. (Buna "soykırım" demek büyük saçmalık. "Faşizan cunta" başta Diyarbakır Cezaevi, tüm Türkiye'yi işkence cehennemine çevirse de!)
Binlerce "solcu" ile "sağcı"nın cesedi, yaşı büyütülüp idam edilmiş çocuğu boğazlayan sehpa ile işkence tezgahları üstünde "saltanat" yakalamış "Amerikan bezi"nden paşası, bir de cumhurbaşkanlığı ile taçlandırılmış, yetmemiş, kendin pişir kendin ye bir "Anayasa" ile de milyonlarca ürkek, şaşkın ve bıkkın insanın oylarını alıp onca kanın içine tükürür gibi "şahsa özel" ebedi koruma sağlamış.
Lakin, hepimiz bir tuhafız!
Maşasına kızıyor paşasına laf etmiyoruz!
Kimi katili, "12 Eylül öncesi" nden alıp aynen "12 Eylül sonrası"na, kızmayın ama, "liberal" Özal, (İnönü destekli) Demirel, (Karayalçın destekli) Çiller hükümetlerine devreden kimdi, hangi yapıydı, hangi sivil ve askeri organizasyondu?
"Özel harekatçı" Ayhan Çarkın, Uğur Dündar'a "itiraflar"da bulundu ya...
Bu maşanın "Tak şak" paşası; o paşanın pamuk elli başbakanı, o başbakanın hepsine "Büyük Meclis"te koruma bahşedilmiş polis şefleri; tüm bu düzenin mutlu, mesut medya destekçileri kimlerdi?
Demem o ki...
Bir ihtimal, kanları kurumamış olsa da ellerinde, karası çok olsa da, katillerin bile huzursuz bir vicdanı var...
Lakin; şu ana kadar, içi kanayıp özeleştirilerden itiraflara sürüklenmiş kaç büyük siyasetçi, kaç büyük asker, kaç büyük polis, kaç büyük gazeteciye rastladınız?
Bir de kimisi... sanki Susurluk patlayana kadar o siyasi ve askeri iradenin katibi, değnekçisi değilmiş de, yazıya, çiziye, düşünmeye bugün başlamış gibi yapmıyor mu!
Huzursuz vicdanların ardındaki vicdansız huzurlar!