Hürriyetten Yararlanabiliyor muyuz?

xxx43

Pazar günü öğleden sonra İstanbul'a 150 km. uzaktaki bir ilçe civarında turşu satan bir tezgah gördüm. Ev yapımı turşu almak için otomobili durdurttum. Köylü vatandaşın biri turşu, zeytin ve bal satıyordu. Turşuların yanındaki tahta tezgaha pek görünür şekilde iki adet Aydınlık dergisi koymuştu...Turşu ve Aydınlık...

Kim ne derse desin şu anda Türkiye'de gerçekten geniş bir hürriyet vardır.

27 Mayıs 1960'dan, 12 Eylül 1980'den, öteki darbelerden sonra kırsal kesimde bir köylü aşırı sağcı veya aşırı solcu bir dergiyi teşhir edebilir miydi? Hele bir etmeye kalksın, canına okurlardı.

1923'ten bu yana ülkemizde hiçbir devirde bu kadar hürriyet olmamıştır.

İktidarı haklı veya haksız (tenkitlerin bir kısmı haklı, bir kısmı haksız) yerden yere vuruyorlar.Bazen tenkitlerin bir ucu hakarete kadar varıyor. Nasıl oluyor bu iş?.. Hürriyet var da ondan.

1923 ile 1938 arasında Mustafa Kemal Paşa'yı, çok ılımlı ve olumlu şekilde de olsa tenkit etmek, uyarmak mümkün müydü?

1938 ile 1945 arasında Millî Şef İsmet Paşa'yı ve CHP'yi tenkit mümkün müydü?

14 Mayıs 1950'de Demokrat Parti iktidara geçti. On yıl süren Adnan Menderes iktidarında bu kadar hürriyet olmamıştır.

Bugünkü iktidarı mı övüyorum? Hayır, meddahlıktan ve yalakalıktan hoşlanmam. Gerçeği söylüyorum.

Hürriyet var da, bu hürriyet devlet, halk ve memleket olarak Türkiye'nin yararına kullanılabiliyor mu? Maalesef kullanılamıyor. Olgunluk meselesi.

Hürriyet var diye gidişatı beğeniyor muyum? Kesinlikle beğenmiyorum. Şahsen karamsar bir insan değilim ama geleceğimizi hiç parlak görmüyorum.

Hürriyet ile birlikte bu kadar fitne fesat, nifak şikak, kirlilik, kokuşma, bulanıklık (şeffaflığın karşıtı) bulunan bir ülkenin geleceği parlak olmaz.

İstikbal büyük patlamalara gebedir.

Geniş hürriyetin, çoğulculuğun böylesine istismar edildiği bir ortamda sabah olmaz.

1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş, hürriyet gelmişti. Herkes konuşuyor, yazıyor, bağırıyor, çağırıyordu. Mehmed Âkif'in tâbiriyle her taşın üzerinde bir hödük, zilli düdük gibi nutuk atıyordu.

Sonra ne oldu? Harbiye Nâzırı Nâzım Paşayı vurup öldürdüler, Sadrazam Mahmud Şevket Paşayı vurup öldürdüler. Fitne ve fesat ayyuka çıktı. Düzmece 31 Mart vak'ası... İtalya'nın Trablusgarb vilayetimize saldırması... Ardından Balkan harbi... Koskoca Rumeli'nin elden gitmesi... O faciadan bir sene sonra Birinci Dünya Harbi'ne çılgınca girişimiz...1918'de devlet yenik düşmesi... İstanbul'un işgali, Yunanistan'ın İzmir'e asker çıkartması. Meşrutiyet ve hürriyet Türkiye'ye felâket getirmişti. Sultan Abdülhamid'in sıkı rejimi devam etmiş olsaydı bu kadar korkunç yıkım ve facia olmazdı.

Sabataycılar ve Kriptolar halka gerçek hürriyet (sahtesi de vardır) vermezler...Onlara hürriyet verilince, bu hürriyeti kötüye kullanırlar.

Kural şudur: Bir ülkede, bir devlette, bir ortamda sadece geniş hürriyet olması yeterli değildir. Bu hürriyetin iyi kullanılması da şarttır, gereklidir. İyi kullanılmazsa bir yığın fitne fesat çıkar ve sonunda yıkım olur.

İsveç'te, Norveç'te, Finlandiya'da bizdekinden bin kat fazla ve geniş hürriyet var. Orada da hürriyet kötüye kullanılıyor ama bizdeki kadar genel ve yoğun şekilde değil.

Bir soru: Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Müslümanlar hürriyetten gereği gibi yararlanabiliyor mu? Bunu ganimet bilip iyi şeyler yapabiliyorlar mı? Başkalarının cevaplarını bilmem ama ben bu soruya evet, hakkıyla ve yüzde yüz yararlanıyorlar cevabını veremem.

Mevcut hürriyetin yüzde 10'unu bile iğtinam edemiyoruz, gereği gibi (tekrar ediyorum: Gereği gibi) yararlanamıyoruz.

Ümmet bu kadar parçalanmışken, Müslümanlar yüzlerce hizbe, fırkaya, cemaate, gruba, kliğe bölünmüşken, birbirleriyle çekişirken elbette yararlanamazlar.

İslâmcılar iktidar oldular da ne oldu? İktidar nimetleri ve para konusundaki imtihanı yüz akıyla verebildiler mi?

Medya hürriyeti var da, Müslümanlar ülkenin en büyük ve etkili gazetelerini çıkartabiliyorlar, en büyük TV kanallarına sahip olabiliyorlar mı?

Ayasofya, bir Bakanlar Kurulu kararıyla, hukuka ve insan haklarına aykırı olarak camilikten müzeye çevrilmiştir. Fatih Sultan Mehmed'in vakfiyesine aykırıdır. Bunca hürriyete rağmen onu tekrar camiye çevirmek için ne yapıyoruz? Onun tekrar cami yapılması, aynı zamanda müze olmasını engellemez ki. Karşısındaki Sultan Ahmed Camii, şu anda Ayasofya kadar yabancı turist çekiyor.

Hürriyet var da, başları örtülü Müslüman kız çocuklarımızı serbestçe, haysiyetli bir şekilde liselerde, üniversitelerde okutabiliyor muyuz?

Şimdi çok bilmişin biri çıkacak, "Efendi!.. Tenakuz içindesin, bu memlekette hürriyet olsaydı, dediklerin olmazdı..." diyecek. Hayır, yüzde yüz olmasa da hürriyet var ama onu kullanamıyoruz.

Komşumuz Yunanlılar, hürriyetlerini bizden iyi değerlendiriyor. Kimlik kartlarından din hanesi kaldırılmak istenince, Selanik'te, bir milyon Yunanlı protesto yürüyüşü yapmıştı. Bütün nüfusu on milyon olan Yunanistan'da bir milyon protestocu... Yetmiş milyonluk Türkiye'de, nüfus kimlik kartlarından İslâm kelimesinin kaldırılması haksızlığını kaç kişi protesto etti? Maalesef bir inilti bile çıkmadı.

Velhasıl hürriyetten yararlanabilmek için onun yanında başka şeyler de gereklidir. Nelerdir o şeyler?

1. Şehir medeniyeti ve kültürü.

2. Sürü değil, organize bir toplum olmak.

3. (Müslümanlar için) Ümmet şuuru... Başta bir İmam-ı Kebir bulunması...

4. Ahlâk, karakter, fazilet, bilgelik.

5. Kötülerden, şerirlerden, muzırlardan daha fazla medenî cesaret sahibi olmak.

* (İkinci yazı)

İçki tüketimi artıyor!..

Ak Partisi iktidarının sigara konusundaki hizmetleri takdir-i şükrandır. Çok şükür nefes alabildik. Aynı zamanda Şafiî fakihi olan ABD'li (mühtedi) bir Şazelî şeyhi, "Bundan yüz sene önce sigaranın zararları bugünkü kadar bilinmiyordu. Zamanımızda tütünün insan sağlığı üzerindeki yıkıcı, öldürücü tesirleri artık çok iyi biliniyor, içilmesi haramdır denilebilir" demişti.

Maalesef bugünkü iktidar alkollü içkiler konusunda sigara kadar cesaretli olamadı. AK Parti zamanında alkol tüketimi arttı, alkollü içki sanayi gelişti, içki içilen ve satılan yerlerin sayısı çoğaldı.

Bendeniz Sultanahmet'te turistik bir mahallede oturuyorum. Evimin altındaki sokak içkili turistik lokantalarla doldu. Bakkalların da hemen hepsi içki satıyor.

Sabataycı çağdaş gazeteler zaman zaman şarabın, viskinin, biranın sağlığa yararlı olduğundan bahs ederler. Bu iddia kocaman bir palavradan ibarettir.

Alkollü içki, çok şey gibi bağımlılık yapar. Alkolizm denilen çok tehlikeli bir bağımlılık ve hastalık vardır ki, tutulanları insan enkazına getirir. İçki alamayan, bulamayan alkolik delirium tremens denilen bir illete mübtelâ olur; eli ayağı titremeye başlar, kendini kaybeder, ağzından köpükler saçılır, bazen cam çerçeve kırar, sonra yere yıkılır sızar... Bu hale düşmemeleri için sık aralıklarla bol bol içmeleri gerekir. İçtikçe de daha beter olurlar.

Nasıl sigara yasaklanmadı fakat içilmesi zorlaştırıldıysa, çeşit çeşit engeller çıkartıldıysa, içki için öyle yapılmalıdır. Laik bir rejimin iktidarı içki aleyhinde fazla bir şey yapamaz. Bu işi, bu hizmeti sivil Müslümanlar yapmalıdır.

Meselâ: Müslüman lokantacılar dükkânlarının dışarıdan görülecek bir yerine "Müessesemiz İçkisizdir" levhasını asmalıdır.

Dindar vatandaşlar, zaruret olmadığı zaman içkili yerlerde yemek yememeli, oralardan alış veriş etmemelidir.

Üzüm şırası içilir mi, içilmez mi tartışmalarını bırakalım da, millî bir felâket haline gelen, toplumun sağlığını çökerten, gençliği bozan alkollü içki tüketimi ile yasal sınırlar içinde mücadele edelim.