Aydın Doğan'ı ben gerçekten çok zeki bilirdim; hayır hayır, Doğan, aptal bir insandır demiyorum.
Sadece, Kendisinin çok zeki biri olduğunu sanıyordum diyorum!
Bir insan, hele hele yanında kalemi kuvvetli bir isim olan Ertuğrul Özkök varken bu kadar stratejik hatalar nasıl yapıyor, hakikaten anlayamıyorum.
Şimdi şu Doğan meselesini kronolojik olarak ele alalım: Başbakan Erdoğan, Doğan'a meydan okuduğu konuşmayı ne zaman yapmıştı? 5 Eylül'de değil mi?
Doğan aynı gün akşam yaptığı Benim sicil amirim Tayyip Erdoğan değildir başlıklı açıklamanın bir paragrafında ne demişti?
Demişti ki: Hilton konusu Başbakan'ı neden bu kadar ilgilendiriyor? Ben Hilton konusunun İstanbul Belediyesi'nin yetki sınırları içinde olduğunu sanıyordum. Yoksa İstanbul Belediyesi'nin yönetimi de mi Başbakanlığa geçti?
Peki aynı Aydın Doğan, Başbakan Erdoğan'ın ikinci konuşmayı yaptığı 6 Eylül'de ne demişti?
Şöyle demişti: Ben Başbakan'a 'Hilton arazisine ek binalar yapmak istiyorum' dedim. Ama Başbakan kabul etmedi.
Şimdi Doğan'a soralım: Sayın Doğan, siz Başbakan Erdoğan ile bu konuşmayı yaparken İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin yönetimi Başbakan Erdoğan'da mıydı?
Şimdi kronolojiyi devam ettirelim.. Başbakan, konuşmalarının hiçbir yerinde Mersin rafinerisi konusunu açtı mı? Hayır..
Doğan bu rafineri konusuna 7 Eylül'deki açıklamasında değinmişti ve bakınız ne demişti:
Ben Erdoğan'a rafineri izni için gittim. Başbakan bu rafineri için Ahmet Çalık'a söz verdiğini söyledi. Hatta aynı konuşmada Başbakan dedi ki: 'Bu işin arkasında Putin var, Berlusconi var'. Ben de ona 'Ona da verin ama bana da verin' dedim
İşte üzerinden 3-4 gün geçmesine rağmen bazı Doğan silahşorları tarafından ısrarla deşilmeyen nokta tam da burasıdır.
Erdoğan-Doğan kapışmasının kilidi bu cümledir; bu cümle Erdoğan'ın niye meydan okuma ihtiyacı hissettiğinin bariz bir göstergesidir.
Berlusconi'nin, Emine Erdoğan'ın elini sıkmasına habersel değer atfedip bunu manşetlendirenler Başbakan'ın bu Putin ve Berlusconi beyanını neden haber haline getirmediler?
Düşünüyorum: Ya, Aydın Doğan bu skandal cümleyi Hürriyet yazı işlerine bildirmedi ya da bildirdi de Hürriyet'in yazı işleri Aydın Doğan'a inanmadı!
E, hani patronunuz Aydın Doğan rafine bir medya patronu idi?!
Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin başbakanı kendisinden rafine izni talep eden bir medya patronuna Rusya ve İtalya liderlerine söz verdim diyor ve fakat bu bir haber değeri bile taşımıyor.
Evet bu bir haber değeri taşımamaktadır çünkü böyle bir konuşma olmamıştır.
Üstelik Aydın Doğan'a böyle bir beyanda bulunan liderde, açık yazıyorum, mutlak surette bir zeka problemi var demektir.
Başbakan Erdoğan'da böyle bir zeka problemi olmadığına göre böyle bir konuşmanın geçmesi de mümkün değildir.
O halde geriye bir ihtimal kalıyor o da bunun tam bir yalan olduğudur.
Kaldı ki Hürriyet'in yalan haber yapma alışkanlığının bu gazetenin patronuna sirayet etmemesi de eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bu arada Hürriyet'in bazı silahşorları utanmadan diyor ki: Başbakan Erdoğan'ın Deniz Feneri ile ilgili davadan haberi nasıl olur da olmaz? Haberi vardı ama sesini çıkarmadı.
Peki bu haber ilk kez Hürriyet'te ne zaman yayımlandı? Evet bu haber yaklaşık bir yıl önce Yalçın Bayer'in köşesinde yayımlandı.
O halde ogün bugündür niye Hürriyet fikr-i takip yapmadı?
Rafineri, Hilton inşaatı ve karasal yayın izni alamadığı için mi artık o gün bugündür denildi?!
Doğan sanıyordu ki Başbakan Erdoğan, Doğan'a biat edecektir; çünkü biat etmeyenlerin sonunun ne olduğunu herhalde Erdoğan mutlaka hatırlayacaktır.
İşte Doğan, elindeki medya gücünü şahsi emellerine alet eden ve basın özgürlüğü kavramını ranta çevirmekten zerre kadar gocunmayan böyle bir medya patronudur.
Tersini düşünelim: Düşününüz ki iktidar partisi hakkında bir kapatma davası açılıyor ve davanın saçma sapan da olsa delillerinin yüzde doksanı Doğan grubu gazetelerinde pişirilip servise konuluyor.
Böyle bir durumda kapatma davasına maruz kalan partinin lideri Türkiye şartlarında ne yapar?
Pek tabii ki Aydın Doğan'a mama verir.
Ama ben normal şartlarda mamanın ağlayan çocuğa verildiğini biliyorum.
Fakat burada tam tersi cereyan ediyor: Önce bir güzel pis pis sırıtılıyor.
Mamayı yemeden önce ve yedikten sonra ise milletin anasını her daim ağlatmak gazeteciliğin şanından sayılıyor.
Yavrum benim, yesinler senin basın özgürlüğünü!