Artık Hürrem Sultan’ı tanımayanımız yoktur.
Sağ olsunlar televizyon dizilerinden Hürrem Sultan’ı tanıdık.
Ama nasıl tanıdık?
Entrikaları seven, Kanuni’nin gönlünü çalmak için her türlü işleri yapan bir fettan kadın olarak tanıdık.
Bizim cenahtan bakılmayan bir gözle yazılmış senaryonun bize verdiği tarih tamamen yanlış bir tarih.
Biz kendi atalarımızı film senaryolarından tanımaya çalışırken, neden bu konu hakkında güvenilir kaynakları okumuyoruz?
Çünkü birileri bizim tarihimizin doğru anlaşılmasını istemiyor.
Çocukluğumuzdaki Dallas dizisi neyse benim için bu filmler de aynen öyle.
Kanuni’nin tarihi sanki entrikalarla dolu bir tarih.
Peki, bu Hürrem Sultan kimdir?
Aslına bakarsak Hürrem Sultan hakkında fazlaca bir bilgimiz yok.
Çünkü padişah eşleri fazla ifşa edilmiyordu.
Padişah eşleri mahremdi ve kendisi hakkında fazla bilginin olmaması normaldi.
Eski adı Roza veya Rokselena olan Hürrem Sultan’ın saçlarının kızıl olmasından dolayı Polonyalı olma ihtimali yüksek olduğu tarihçiler tarafından yazılmakta.
Hürrem Sultan, Kırım Sarayında yetiştirilerek Osmanlı Sarayına gönderilmiştir.
Neden Kırım Sarayından yetişen bir kız Osmanlı’ya gelin olmuştur.
Çünkü Yavuz Sultan Selim’in eşi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Hatun bir Kırım Tatarı idi.
Dolayısıyla Hafsa Sultan kendi memleketlisi olan bir kızı kendine gelin etmek istemesi doğal bir durumdur.
Peki, Hürrem Sultan nasıl yetişmiş?
Hürrem Sultan, Harem’de güzel bir eğitimden geçmiş ve aldığı bu eğitim sayesinde göze girmiştir.
Bunun yanı sıra evlendikten sonra da Kanuni’ye birçok erkek evladı vermesi onun daha da yükselmesinin başka bir nedeni olmuştur.
Herkesin kötülemeye çalıştığı Hürrem Sultan Osmanlı’daki Haseki Sultanlarının içerisinde en eli açık kadın da Haseki Sultan’dır.
İstanbul, Mekke, Kudüs ve Rodos Adası Haseki külliyelerinden, Sultanahmet’teki Haseki Hamamlarına, Karapınar’daki Hamamlardan, Edirne suyollarına, Medine sebillerine kadar nice yere eser yaptırmış, erişilmesi güç hayır işlerinde para harcamaktan kaçınmamıştır.
Hürrem Sultan’ın ilginç bir tarafı da kendisi yabancı olmasına rağmen Harem’de almış olduğu o mükemmel eğitimden dolayı eşsiz bir belagati ve edebiyatı vardır.
Bunu Kanuni’ye yazdığı şiir ve mektuplardan gayet iyi görmekteyiz.
Hatta bazı edebiyatçılar, onun Kanuni’den daha güzel şiirler yazdığını ifade etmektedir.
Zaten az sonra burada paylaşacağımız şiir ve mektuplarından da buna şahit olacaksınız.
İsterseniz şu dizeleri tane tane ve sesli bir şekilde okuyun. Ne kadar da güzel aşkını ifade etmektedir Hürrem Sultan;
“Ey sabâ, sultanuma zar-u perişan diyesün
Gül yüzünsüz işi bülbül gibi efgân diyesün
Firkatinde sanma derd-i dile dermânum yeter
Bulmadı kimse ânın derdine dermân diyesün
Tiğ-i derdiyle delub yüreğimi dest-i gâm
Ney gibi firkatle hasta vü nalân diyesün.”
(Ey sabârüzgârı, Sultanıma perişan ve ağlamaklı olduğumu söyle. Gül yüzün olmayınca, yapacağı şey bülbül gibi figan etmektir de. Ayrılığında sanma dermanım bu derde yeter. Kimse bu derde derman bulamadı. Dert kılıcı ile yüreğimi deldi bu gam. Ney gibi ayrılık acısı ile hasta deyiver.)
Gördüğünüz gibi bu şiirde ne kadar güzel naif ve zarif bir anlatım var. Ancak bir ayrılık acısı bu kadar güzel ifade edilebilir.
Bir de Hürrem Sultan’ın mektuplarına bakalım. Bakarken de kelime kelime inceleyelim mektupları. Ve şaşıracaksınız sonradan Osmanlıcayı öğrenen birisi böyle güzel bir mektubu nasıl yazabilir diye.
Gâmlı gönlümün yatıştırıcısı, yaralı kalbimin merhemi o kimsedir ki, onun âşkı gönül tahtımın sultanıdır. Her ne kadar cihanın sâadeti isem de onun kölesiyim. Yüz bin kere yanmış sine ile arz olunur ki, benim Firdevs Cennetimin goncası Sultanım. Gaddar felek, benim gibi bir dertliye zulmedip, canıma türlü türlü ayrılık hançerleri saplayıp ve benim miskin gözümün yaşına bakmayıp, siz yüce ve ebedi cennetin goncasını benden ayrı düşürdü ise, rahatım zahmete, şahlığım tasaya, hayatım mahva yüz tutup, gün be gün feryâdımdan insan ve cinler yanıp tutuşmuştur. İhtimaldir ki gözyaşıma Allah’ın inayeti yetişip hayatımı gene bana kavuşmayı mümkün ve kolay kılacak, bu kadar ayrılığımdan ve yabanda kalışımdan beni esirgeyecek!
Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, lâtif, nâzenin Sultanım! Allah dergâhına yüzüm süpürge kılıp niyâz ederim ki; mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstersin! İlâhi, eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi, bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? Ayrılığa düşenin halini bilmek isteyenler, Süre-i Yusuf okusun, bu hali ancak o tefsir eder.
Gözümün nuru Sultanım! Gece yoktur ki âhlarımın ateşinden bütün âlem yanmaya. Seher yoktur ki, gül yüzünüzün arzusuyla ağlamaya ve feryatlarımdan felekler parçalanmaya,
Rumuzu şeb gibi tarik etti ey may-i iştiyak
Müşkil olur iftirak, ah iftirak, vah iftirak
(Gündüzümü gece gibi karanlık ettin ey Ay! Zor olur ayrılık, ah ayrılık, vah ayrılık…)
Ah benim Sultanım! Ayrılık ateşinin sınırı yoktur. Şimdi siz de bu derd-mendi esirgeyip mektub-ı şerifinizi bu tarafa göndermeyi geciktirmeyiniz. Bari onunla canıma rahat hasıla ola..!
El-fakirü’l-hakir cariyeniz Hürrem
Yine Kanuni seferdeyken Hürrem Sultan kalemini yine konuşturmuş. Bize derse verecek nitelikteki bu mektubuna da bir göz atalım;
“Sultanım, Padişahım!
Hazin inlemelerime, yaşlı gözlerime, gamlı gönlüme, ağlama ve sızlamalarıma ve yanışıma lütfunuzdan merhamet kılıp, parlak güneşten daha parlak cemalinizi ben derd-mendine (derdin sahibi ben) bir şekilde mukadder ide ki (kader ki), artık bir daha ayrılığa yol almayıp ol temiz, parlak diyara karşı pervane ve hayran olayım.
Benim Sultanım, can-u gönülden sevgili şâhım ve ruh-i revanım (ruhumun ferahlığı), dünya ve ahirette ümitvarım! Hazret-i Hayyı lâyemut (Allah teala) zât-ı şerifinizi cem’i elemlerden (tüm üzüntülerden) ve unsur-u lâtifinizi (güzel bedeninizi) kötü hastalıklardan uzak edip, kendi sonsuz lütfuna ve Habibi’nin yüzü suyu hürmetine ve evliyalar haşmetine yakın edip, yere batasıca kâfirler üzere mansur ve muzaffer kıla!
Ey benim Sultanım! Sizin sevinçli hitap ve yazınız gelmek sureti ile cariyenizi topraktan kaldırdınız. Yazınız bu gamlı gözlerimizi pür nur ve mahzun gönlümüzü mesrur kıldı. Ey benim saadetim, her gün gönül okşamak ve hatır almaktan geri durmayınız. Kâbetullahtan rüyasında server-i kâinatı gördüğünü söyleyen bir aziz geldi. Mefahir-i mevcudat (yaradılmışların iftihar edileni Hz. Peygamber) aleyhisselam buyurmuş ki; “Bu isimler ile merkum bir gömlek biç de gazâda onu giydireyim. O kişi emre uyup vasiyeti yerine getirdi. Bunu Şehristanı teftiş etti. Sonra Emre Koca’ya götürdü. Emre Koca dahi onu bize gönderdi. Ben de size gönderdim. Allah teala aşkına ve Rasulullah hürmetine bunu giymemezlik etmeyiniz.”
Mektuptan da anlaşılacağına göre Kabetullah’tan yani kutsal topraklardan gelen Allah dostu bir zattan öğrendikleriyle eşi için tılsımlı bir gömlek yaptırmış ve bunu kesinlikle giymesini istemektedir. Buradan da şu anlıyoruz ki, Hürrem Sultan duaya ve Allah’ın korumasına tüm kalbiyle inanmakta.
Kanuni’den uzun bir süre haber alamayınca Hürrem Sultan öyle bir mektup yazıyor ki, yazdığı mektupta buram buram hasret, elem ve ayrılık acısı kokmakta. Ancak Kanuni gittiği seferlerden dolayı ister istemez eşlerini ihmal ediyordu.
Belki biz Padişahları sadece saraylarda yaşayan insanlar olarak hayal etmişizdir ama onlar bir sefere gittikleri zaman aylarca eşlerini göremedikleri oluyor.
İşte Hürrem Sultan da, uzun süredir haber alamadığı Sultanına yazdığı mektupta inceden inceye sitem etmekte;
“Hazret-i Sultanım,
Yüzümü yere koyup kutsal ayağınızın bastığı toprağı öptükten sonra, benim devletimin güneşi ve sermayesi Sultanım! Eğer bu ayrılığın ateşine yanmış ciğeri kebap, göğsü harap, gözü yaş dolu, gecesini gündüzünden ayırt etmeyen, özlem denizine düşmüş çaresiz, âşkınız ile divâne, Ferhat ile Mecnun’dan beter tutkun kölenizi sorarsanız ne ki sultanımdan ayrıyım. Bülbül gibi ah ve feryadım dinmeyip ayrılığından (öyle) bir hâlim var ki, Hakk kâfir olan kullarına bile vermesin. Benim devletim, benim sultanım, ayrıca bir buçuk ay oldu ki sultanım tarafından oldu ki sultanım tarafından bir haber belirmedi. Hak en çok bilenlerden bilenidir ki bu gidişle, rahat yüzü görmeyip gece sabaha dek, sabahtan geceye dek bidüziye ağlayıp kendi hayatımdan el yuyup, dünya gözüme dar olup, bilmem ne edip neyleyeceğim.”
İşte gördüğünüz gibi Hürrem Sultan Polonya’dan gelmiş, devşirilerek Haremde mükemmel bir eğitimden geçmiş ve Osmanlıya birçok tarihi eser bağışlamış, çok sonradan öğrenmesine rağmen edebiyatı ve belagatiyle tüm edebiyatçıları şaşırtmış ilginç bir Haseki Sultan.
Kesinlikle biz tarihimizi doğru kaynaklardan öğrenmeliyiz. Senaryolara sıkıştırılmış, reyting uğruna berbat bir tarih ortaya atılmış dizilere hiç rağbet etmeyelim.
Benim siz okurlarıma tavsiyem eğer Kanuni’yi ve en çok da merak ettiğiniz Hürrem Sultan’ı öğrenmek istiyorsanız Sanat Tarihçisi Sayın Talha Uğurluel’in yeni piyasaya çıkmış “Dünyaya Hükmeden Sultan Kanuni” adlı çalışmasını okuyun.
Ben bir çırpıda okudum.
Buna emin olun siz de bir çırpıda okuyacaksınız.
Benden söylemesi.