Yaşanan olaylara herkesin kendi penceresinden bakması ve yorumlaması çok doğaldır. Zaten yorum olayları kişinin birikimi , siyasi ve ideolojik mensubiyetine göre ele alması ve değerlendirmesi demektir. Bu bakımdan haber ile yorum birbirinden farklıdır, farklı olması gerekir. Haberler yoruma dönüşürse okuyucu ve izleyicilerin haberin doğrusunu öğrenme imkanı olmaz. Bu bakımdan haber haber olarak kaldığı sürece yapılan yorumlardaki farklılık kesin bir yönlendirme şartlandırma oluşturmaz. Ama günümüzde medya haberi de yorumlayarak veriyor ve böylece okuyucuları şartlandırmaya çalışıyor. Bunun da ötesinde yargının konusu olan pek çok olayda daha işin başında medya tüm bilgiler ve deliller elindeymiş gibi olaya yorum getiriyor. Yargıyı etkileme gayretine giriliyor. Böyle olunca yargı ne karar verirse versin medyanın bir bölümüne göre yanlış karar vermiş oluyor. Yargının bu durumdan kurtarılması gerekiyor.
Söz gelimi Ergenekon soruşturması ile başlayan Balyoz operasyonu ile devam eden olaylar bir kısım medya tarafından yürütmenin bir intikam alma yarışı, hatta bazıları bu gelişmeleri yürütmenin laiklerle savaşı gibi takdim ediyorlar. Halbuki bilinen ve görünene göre yargı STK içindeki ve emekli olmuş bazı kişilerin darbe hazırlıkları ve planları ile ilgili olarak kendisine ulaşan bilgi ve belgeler ışığı altında harekete geçmiş bulunuyor. Görünen de işin doğrusu da bu. Gerçek bu iken gelişmeleri yürütmenin laiklerle savaşı gibi takdim etmenin ciddi sakıncaları vardır. Çünkü bu nitelendirme bir ayrıştırma ve ötekileştirmenin ifadesidir.
Söz gelimi bir takım darbe hazırlıkları ve planları ile ilgili olanların tümünü laikler olarak kabul etmek laikleri darbeci olarak ilan etmek anlamına gelmez mi? Gelişmeleri yürütmenin laiklerle savaşı olarak yorumlayan kalem sahipleri söylediklerinin bu anlama geldiğini bilmezler mi? Gerçekten laiklik darbeci olmayı gerektiriyor? Bu yorumlarda bir adım daha atarsak laiklerin darbe yapmaları ya da hazırlık içinde olmalarını normal kabul etmek gibi bir sonuç çıkmaz mı?
Bu arada artık darbelere son vermek anlamına gelebilecek gelişmeler karşısında bazı siyasilerin ülkenin bir devlet krizine sürüklendiğini ileri sürmeleri, "Seçim olmazsa Türkiye'nin bütün olarak devamı mümkün değil" şeklindeki açıklamalarına bakıp bu tür açıklamaların ülkeyi belirsizliklere sürüklemeye yönelik olduğunu düşünmek yanlış olur mu? Halbuki ortada yasal bir uygulama var. Yargının bir konuda harekete geçmesini ülkenin bölünmesine bağlamak bilmem ne derece çağdaş(!) akıl ve mantıkla bağdaşır.
Yargının bir konuda harekete geçmesi, soruşturma başlatması niçin bu ülkede kendilerini laikler olarak tarif eden kesimleri rahatsız ediyor? Aynı yargı farklı ideoloji mensupları ile ilgili harekete geçtiğinde zil çalıp oynayanlar bugün niçin felaket tellallığı yaparak bazı çevreleri etki altına almaya çalışırlar?
Aslında tüm bu soruların cevabı var. Ancak, verilecek cevaplar kişiden kişiye farklılık arz ediyor. Bu çatışmanın sebebi sanıyorum Mehmet Barlas'ın ifadesiyle 'Hukuk devleti'ni hakim kılmak isteyenlerle 'Devlet hukuku'nun devam etmesini isteyenler arasındaki mücadeledir. Yıllardan beri insanı değil devleti kutsayan anlayış sahiplerinin oluşturduğu devlet hukuku artık bu millete dar geliyor, bundan sonra dayatma yoluyla da olsa sürdürülmesi imkansız hale geldiği için yerine hukuk devletinin hakim kılınması çabaları karşısında darbelerle oluşturulmuş yapının yıkılmakta olduğunu gören bazı çevreler yaşananlar karşısında hazımsızlık yaşıyor, bazılarından hesap sorulmasını içlerine sindiremiyorlar. Çünkü, yıllardan beri hesap soran, darbelerle iktidarlı alaşağı edenlerin ya da bu hevese sahip olanların bir gün gelip hesaba çekilebileceği sanıyorum pek düşünülmemiş, hesaba katılmamış. Millete rağmen ülke yönetimini ellerinde bulundurmaya alışmış olan ve kendilerini laikler olarak tanımlayan kesimler ve sözcülerinin bugün sergiledikleri tavır sanıyorum yerlerini kaybetme korkusundan ileri geliyor.