HİZMETTE VE MAHVİYETTE MÜSTESNA VE ÖRNEK BİR İNSAN (2)
Kıymetli okuyucularım bugün de size çok değerli bir doktor ağabeyimi anlatmak istiyorum. Geçen yazımda dünyevileşme ve bencilleşmenin gittikçe arttığı günümüzde iyi ahlak ve meziyetleri ile öne çıkan insanları toplumumuza örnek olarak tanıtmada fayda gördüğümü yazmıştım. İsmini vermeyeceğim ama çoğu okuyucu bu ağabeyi tanıyacaktır.
Bu ağabeyimiz İstanbul Beyefendisi ve mizaç olarak son derece yumuşak huylu (bazen yüzde yüz pamuktan mamul derdim) , mahviyet sahibi hizmet ehli ve cömert ve ayni zamanda sufi yönü daha ağır basan mahviyet ve feraset sahibi bir doktordur.
1971 de Kolera salgını esnasında karantina uygulamasında hac dönüşü hacıları kontrol muayenesi yaparken Mehmed Zahid Kotku Hocamızı muayene etmek bu ağabeye nasip olur. Hocaefendi İskenderpaşaya davet eder. Fakat gelmez. Bir gün rüyasında tekrar çağırır. O zaman camiye gider. Hocamız çağırmasak geleceğin yoktu der.
1974 te Vakıf Guraba Hastanesinde İç Hastalıkları Uzmanı olarak göreve başladı. Biz de Kayserili ve halen Erciyes Üniversitesinde profesör olan arkadaşımla 1977 Ocak ayında aynı Hastanede beraber Radyoloji ihtisasına başlamıştık.
Vakıf Guraba Hastanesinde ihtisasa başladığımız ilk aylardayız. Bir gün bu ağabey meczupluğu tuttu önüne gelene kim olursa doktor hastabakıcı hemşire demeden hastanede soruyor Kutup kim Kutup kim diye. Bir gün rüyasında yine mübarek bir hanım olan merhum halasını görüyor. Halasına da kutup kim diye soruyor. O da kızıyor adam gibi sor diyor. Ağabey de adam gibi soruyorum diyor. Ertesi günü de o zaman sağ olan Mehmed Efendi Hocamızı rüyasında görüyor. Hocamız soruyor senin o sık sık ziyaretine gittiğin zat kimdi diyor , Ahmed Ziyaüddin Hazretleri Efendim diye cevap veriyor. Peki o zatın makamı neydi diyor . Efendim o hem Gavs hem kutuptu diyor. Hocamız’’ Peki bugün kutup kim diye soruyor. Ağabey Sizsiniz efendim diyor. Gavs kim diyor. O da sizsiniz Efendim. İkisi de sizde birleşmiş diyor. Hocaefendi Merhum ‘’ Aferin ‘’ diyor.
Kısa zamanda bu doktor ağabeyle radyolojide biz iki asistan ayrılmaz üçlü olmuştuk. Diyebilirim ki bize ve birçok hekim arkadaşa hastaya hizmeti o öğretmiştir. Bize güzel bir örnek olmuştur. Akşama kadar poliklinikte hastaları muayene eder, laboratuara ve röntgene gönderir. Bizden de hemen röntgenlerin sonucunu isterdi. Hastanın işini bitirirdi. Muayenesini yapar, laboratuar tahlillerini yaptırır ve gerekiyorsa röntgenini çektirir ve sonuçlarını yakın takip ederdi. Yatması gerekiyorsa yatırır, yatak bulamazsa başka servisten yatak bulur gene yatırırdı. Eğer sevk gerekiyorsa işlemlerini tamamlar takip eder hatta taksi parasını da verip gönderdiği olurdu. Para hesabı yapmazdı. Öğleden sonra saat 4 te mesai bitiminde biz üçümüz tam kapıdan çıkarken veya taksiye binerken gelen acil hastayı muayene etmek için geri döner, tahlillerini yaptırtır, röntgeni çektirtir teşhisi koyar reçetesini yazar hemşireye tedavi için talimat verir hastanın ertesi güne işi kalmazdı. Bu öyle bir iki ay değil yıllarca devam etti. O zaman Beşiktaşta oturduğumuzdan akşam üçümüz beraber onun tuttuğu özel taksiyle eve dönerdik. Eve dönerken de ve sabah gelirken de hemen hemen hergün Süleymaniye Camiine muhakkak uğrar Gümüşhaneli Ahmet Ziyaüddin Hocamızın türbesini ziyaret ederdi.
Süleymaniye Camiinde Kanuni Sultan Süleymanın türbesinin yanında Gümüşhaneli Ahmed Ziyaüddin (K.S.) in ve mübarek zevcelerinin demir parmaklıklarla çevrili türbesi vardı. Az ileride de onun dört büyük halifesi Hasan Hilmi Kastamoni, İsmail Necati Safranboli , Ömer Ziyaüddin Dağıstani ve Mustafa Fevzi Tekfurdaği nin türbeleri vardı. Bu ağabeyim hastanedeki mesaisine ilaveten burada da türbedar gibi bütün bu türbelerin bakımını yapmaya başladı. Demir parmaklıkları boyuyor veya boyatıyor, türbelerin hem içinde ve hem dışında toprağı çapalıyor, havalandırıyor temizliyor ve çiçekler dikiyordu. Oraya bir su deposu ve çeşme yaptırdı. Hürrem Sultanın türbesi ve bu Allah dostu büyüklerimizin türbeleri arasında kalan bahçeyi de çapalayıp havalandırarak düzenledi, muhtelif çiçekler ve manolyalar dikti ve çok güzel bir bahçe meydana getirdi. Bütün bu işlerin masrafını da cebinden ödedi. Neyse ki eşi Çocuk Hastalıkları Uzmanı idi ve çok maddi problem yaşamıyordu. Bu düzenlemeleri yaparken de hastaneden veya dışarıdan birçok doktor veya personel arkadaşlar gönüllü olarak seve seve yardımcı oldular. Yıllar sonra Genel Müdürlük de yapmış ve profesör bir arkadaşım bu gün de çağırsa severek o bahçede çalışırım diyordu. Hastanede Allahın hasta kullarına; türbede de Allah dostu mürşidi kamillere hizmet ediyordu. Yeri gelmişken başımdan geçen bir olayı anlatayım.
Bir gün bahçede bana dedi ki şu kovaya su doldur ve Gümüşhaneli Hocamızın türbesini sula. Ben de bir kova suyu aldım ve Hocamızın kabrinde ortadaki çiçeklerin altına toprak kısma döktüm. Sonra aklıma geldi biliyoruz ki bu büyük zatların bedeni bozulmamıştır ve kendileri de zaten bizi görüyorlar. Benim döktüğüm su ile mübarek kefenleri ve bedenleri herhalde ıslanmış olmalı. Ağabey dedim sen bana sula dedin ama bu su kefeni ve bedeni ıslatmıştır dedim. Ben karışmam dedi. O gün -Temmuz ayı idi-oruçlu idim ve eve gidip uyumuştum. Akşamdan önce saat 8.00 sıralarında uyurken tam burnumun üzerine Mübarek Hocamızın bir yumruğunu yedim ve uyandım. Acımamıştı ama bu yumruğu hissetmiştim. Benim kötü bir niyetim yoktu. Demek dikkatli olmak ve daha hürmet ve saygılı olmak lazımmış diye düşündüm. Kabir taşında da ‘’
Nazar kıl çeşm-i ibretle, makâm-ı ilticâdır bu!
Erenler dergâhı, bâb-ı füyûzât-ı Hüdâ'dır bu!
Ziyâüddîn-i Ahmed, mevlidi anın Gümüşhâne,
Şehir-i şark-u garbın, mürşid-i râh-ı Hudâdır bu!..
Muhakkak ehl-i Hakk ölmez, ebed haydır bil eyzâir!
Saray-ı kalbini pâk eyle, bâb-ı evliyâdır bu!
…..
diye yazıyordu. Yani Allahın feyz kapısı ve evliya(dost) kapısı. Bir insanın kötü niyeti olmaması yetmiyor edepli ve hürmetli olması da gerekiyor.
Bir gün Mehmed Efendi Hazretlerine halvete girmek istediğini söyler. Hocamız da cevaben senin halvetin poliklinikte hasta bakmak der. Bu söz üzerine hasta muayenesini halvet niyetiyle yapmaya başladı. (Halvet dergahlarda 40 gün süren dış dünyadan tecrit olarak yapılan riyazete dayalı zorlu manevi bir eğitimdir).
Hastanede uzman olarak çalışırken Başhekim tarafından uzaklaştırılan fakat mahkeme kararı ile geri dönen huysuz ve sert mizaçlı ve inançsız bir Dahiliye Klinik Şefi vardı. Bir gün bu Ağabeye bir kadın hasta kızar ve hocası olan bu şefe şikayet eder. O da ‘’ Hanım sen kimi bana şikayet ediyorsun. O yolda yürüyen bir melek’’ der. Hastanede onu herkes severdi.
O sıralar iki kız çocuğu vardı. Bir erkek çocuk istiyordu. Eşi hamile kaldı. Oğlu oldu. İsmini Gümüşhaneli Hocamızın ismini yani Ahmet koydu. Mehmed Efendi Hocamız Şakir ismini ilave etmişti. Birkaç aylık olduğunda bebek birden sancılandı, doktorlar barsak düğümlenmesi dediler acil olarak ameliyata alınacaktı. Hastanede refakatçi olarak bulunduğu sırada bir rüya görür. Rüyasında Mehmed Efendi Hocamız gelir besmele çeker ve ellerini bebeğin karnının üzerinde gezdirir. Bir uyanır bakar bebek gaz çıkarmaya başlamıştır (barsak düğümlenmesinde hasta gaz ve büyük abdest çıkaramaz). Bebek ameliyattan kurtulur.
Bir keresinde Beşiktaşta gece bir hastaya çağrılır. Hasta zengin bir Rumdur. Fakat yanında kimse yoktur. Hastada kalb yetmezliği vardır. Muayenesini yapar reçetesini yazar ve hastaya ‘’ Bak sana etrafındakilerden fayda yok. Gel Müslüman ol’’ der. Hasta Peki der. Ağabeyimiz tevbe ettirir ve istiğfar çektirir ve kelimei şehadet getirtir ve Rum hasta Müslüman olur. Şimdi de sana bir Müslüman ismi verelim der. İsmi Kirkor olan Rum Hastayla Hasan isminde mutabık kalırlar ve adı Hasan olur. Son olarak hastaya derki şimdi sen tertemiz yeniden doğmuş gibi Müslüman oldun der. Senin kısmetin varsa sabaha kalmaz vefat edersin ve doğrudan cennetlik olursun. Eğer sağ kalırsan seni yakınların hıristiyanlığa geri döndürürler der. Ertesi sabah hastanın vefat haberini alır.
Mehmed Efendi Hazretlerinin vefatından sonra yaklaşık 2 ay geçmişti. Hocamız sağlığında iken yerine kendisinden sonra damadı Esad Hocamızı tayin etmiş haberimiz yok. Ocak ayı idi. Esad Coşan Hocamızın Hocaefendinin yerine geçtiği ilan edildi. Mehmed Efendi Hazretlerinin dünürü ve Esad Hocamızın babaları Necati Amcamız da bu olayı doğrulamıştı. Cemaatte bir dalgalanma çalkantı oldu. Esad Hocamıza itirazlar kabullenmemeler ortaya çıktı. Bazıları yazıları belge istiyor bazıları düzenin üniversitesinde doçent diye itiraz ediyordu. Bu nedenle itiraz edenlerin bir kısmı ayrıldı. Birçok insanın da kafası karışıktı. Ama bir çok insanda net olarak rüyalarında Mehmed Efendi Hocamızın yerine Esad Hocamızın geçtiğini görmüştü. İşte en açık ve net rüyayı bu abimiz görmüştü. Bu abimize rüyasında Mehmed Zahid Kotku Hocamız ‘’ Esadın hatası geç ortaya çıkması oldu, onu da bize hürmetinden yaptı. Esada biat etmeyenler bu yolun hiçbir kolundan feyz alamazlar ‘’ der. Bu rüya cemaatten kafası karışık olan birçok ve yaşça büyük ağabeylerin Esad Hocamıza bağlanmasını sağlamış oldu. Yani böyle manevi derecesi yüksek bir ağabeyimizdir.
1989 senesinde Vakıf Guraba Hastanesi Üniversite olmuştu. Üniversite olunca bir çok doktor ve personel ayrıldı. Bu ağabeyde Süleymaniye Doğumevine İç Hastalıkları Uzmanı olarak naklen tayin oldu. Çok sevdiği Hocalarına daha yakın olmuştu. Hem Gümüşhaneli Hocamız ve Halifeleri hem Mehmed Zahid Efendi Hocamızın hemen yanında hastalara hizmete devam ediyordu. Çok hastası vardı. Emekli olduktan sonra da 2 yıl Zeytinburnunda ayni hastanede çalıştık. Orada da servis hastaları hariç günde 60 hasta baktığı oluyordu. Oradan da ayrıldı. Halen Beşyüzevlerde bir Tıp Merkezinde çalışmaya devam ediyor. Allah bu ağabeyimiz gibi bizleri de hizmet ehli örnek insanlardan eylesin, daha nice örnek insanları karşımıza çıkarsın.