Sevgili Dostlar,
Üniversite yıllarından bir arkadaş… Sakalı sünnet diye uzatır, gözlerine sürme çeker, uzun pardösülerle gezinirdi. Ama o çok sevdiği sünnetler arasında, ikindi ve yatsının sünnetlerini bulamazdınız. Çünkü vitrin tamam; ama öz? Yok.
Bugün biz de farklı değiliz. İşimize gelen sünnetleri sahiplenip, işimize gelmeyenleri öteliyoruz. Oysa Hicret, sadece bir sünnet değil, İslam’ın en stratejik adımıydı.
Hicret gibi bazı meseleler vardır, üzerinden asırlar geçse bile tartışılmaya devam eder. Ama asıl mesele, bu tartışmaların özünü unutmamaktır. İşte “hicret” de tam böyle bir kavram...
Bugün, hicreti ya tarihten bir masal gibi anlatırız ya da “beyin göçü” denen modern palavralarla içini boşaltırız. Peki bu, bize yakışıyor mu?
Biraz geçmişe gidelim. Hani şu büyük medeniyetler kurduğumuz, ilimle dünyayı aydınlattığımız çağlara... O günlerdeki cesaretimiz ve adanmışlığımız nerede, bugünümüz nerede? Evet, dostlarım, “hicret” bir sünnettir. Ama bugünkü Müslümanlar için ne yazık ki sadece vitrinden bakılan bir süs…
BİR ZAMANLAR: HİCRETİN MİRASI
Peygamber Efendimiz’in Veda Hutbesi’nde karşısında yüz bin sahabe vardı. Bugün, bazıları bu sayıya takılır; “Acaba gerçekten 100 bin kişi mi vardı?” diye tartışır durur. Ama esas soruyu sormazlar: O yüz bin sahabe ne yaptı?
Cevabı ben söyleyeyim: Onlar, hicret ettiler. Ama sadece Medine’ye değil... Dünyanın dört bir yanına! Birçoğu, adını bile bilmediğimiz coğrafyalara gidip İslam’ı anlattı. Hindistan’dan Afrika’ya kadar... Bugün “Müslüman” diye bildiğiniz onlarca toplumun varlık sebebi, o sahabelerin hicretidir.
Bugün bu ruhu kaybettik. Çünkü biz artık, kendi konfor alanlarımızdan çıkamaz hâle geldik.
"HAYATIM KURTULUR" MASALI
Bugün gençlerimize bakıyorum. Hepsinin dilinde aynı hikâye: “Amerika’ya gideceğim, İngiltere’de yaşayacağım, Almanya’da hayatımı kuracağım...” Sanki o ülkelere gidince birdenbire hayatları mucizevi şekilde değişecek!
Oysa gerçek farklı. Gidenlerin çoğu, oraların kültürüne kapılıp, geride bıraktıkları değerleri birer yük gibi görmeye başlıyor. Gidişleri “hicret” değil, düpedüz “kaçış” oluyor.
Kabul edelim, biz, “hicreti” yanlış bir hikâye olarak anlatıyoruz. Hicret, sadece gitmek değildir. Hicret, özünü alıp dünyaya taşınmaktır. Hicret, kültüründen ve değerlerinden uzaklaşmak değil, onları yaymaktır. Ama bunu kim yapacak?
BEYİN GÖÇÜ MÜ? KÖLELİĞİN YENİ ADI!
Şimdi birileri çıkıp, “Beyin göçü Türkiye’yi bitiriyor” diye bağırır. Ben ise sorarım: Peki, göndermeseydik ne olacaktı? Üniversitelerden mezun ettiğimiz gençlerin %60’ı işsiz dolaşıyor. Burada sürünmek yerine orada kendini geliştiriyorsa, bırakın gitsin. Ama mesele, gidenlerin kalplerine ne koyduğunuzdur.
Eğer onlara, “Türkiye’nin kıymetini bil” diyememişseniz; bırakın gitsinler, zaten bir işe yaramazlar. Ama eğer gittikleri yerlerde Türkiye’yi anlatan, kültürümüzü yayan birer modern elçi olurlarsa, işte o zaman “beyin göçü” dediğiniz şey, bizim için bir fırsattır.
Steve Jobs’u bilirsiniz. Apple’ın kurucusu... Ama çoğunuz bilmez ki Jobs, Suriye göçmeni bir babanın çocuğuydu. Eğer Steve Jobs, Suriye’de büyüseydi, bırakın Apple’ı, belki de bir elektrikçi dükkânı açardı. Çünkü ortam, zekânızın kıymetini belirler.
Peki bizim zekâlarımız nerede? Bizim Jobs’larımız nerede? Hepsi, burada iş bulamayınca yurtdışına gidiyor. Ama bu bir son değil. Bunu fırsata çevirmek bizim elimizde.
YENİ BİR HİCRET: CESARETİN DÖNÜŞÜ
Şimdi bir öneri sunuyorum: Türkiye her yıl, genç nüfusunun %2’sini, yani 50 bin gencini, Afrika’ya, Asya’ya ve Güney Amerika’ya göndermeli. Amaçları ne mi olacak? Kendi işlerini kurmak, kendi yollarını çizmek ve gittikleri yerlerde Türkiye’nin kültürel elçileri olmak.
Sakın “Ne işi var bizim gencimizin Afrika’da?” diye sormayın. Bugün, Çinli bir mühendis ya da Hintli bir doktor, Amerika’nın her yerinde iş bulabiliyorsa, bizim gençlerimiz neden bulamasın? Ama bu sadece bireysel bir kazanç hikâyesi değil. Bu, toplumsal bir strateji meselesi.
Eğer gençlerimizi dünyanın dört bir yanına gönderebilirsek, Türkiye’yi 85 milyonluk bir ülke olmaktan çıkarır, küresel bir güç hâline getiririz. İşte hicret, tam da budur.
SON SÖZ
Hicret, sadece bir göç değil, bir meydan okumadır. Bir yolculuktur; hem fiziken, hem zihnen. Biz, Peygamberimizin sünnetini sadece şekilcilikle sınırlarsak, onun ruhunu anlamamış oluruz.
O yüzden, yeni bir hicret çağını başlatmalıyız. Bugün sahabeler gibi dünyaya yayılan bir ruhu yeniden canlandırmalıyız. Unutmayın, hicret bir medeniyet projesidir. Cesaret edenler kazanır; oturanlar kaybolur.
Hadi, sahabeler gibi adım atalım. Dünya büyük, fırsatlar sınırsız. Ama asıl mesele, bizde o cesaretin olup olmadığıdır.
Kalın sağlıcakla.