Hicret: İddiaları terketmeme yolculuğu

xxxx1

Müslümanlar iki asrı aşan bir süredir İslâm'dan "hicret" [göç] ettikleri içindir ki, tastamam göçmüş vaziyetteler. Medeniyet göçmüş, "medîne" yerle bir olmuştur artık.

Hicret, Medîne'ye göç demektir. Fakat eğer medîne göçmüşse, medeniyet de göçmüş, zaman ve mekân üzerindeki tarihî yürüyüşü sona ermiş demektir.

O halde, vakit, yeniden Hicret'e hicret etmek; Hicret Ruhu'nu, Hicret Bilinci'ni yeniden diriltmek; böylelikle yeni bir medîne inşâ etmek, yeni bir medeniyet silkinişi gerçekleştirmek vaktidir. Onun için bir hicret tasavvuruna ihtiyacımız var; hemen ve şimdi.

Müslümanların, içerden ve dışardan çepeçevre kuşatıldıkları, İslâm'la ve dünyayla ilişkilerinin sakatlandığı; zor/lu, "dondurucu", "ölümcül" bir kış mevsimi yaşadıkları; kapkaranlık, zifiri bir geceye mahkûm olarak pergellerini şaşırdıkları bir zaman diliminde, yeni bir bahar mevsiminin tohumlarını ekmelerini, meyvelerini yeşertmelerini, ürünlerini devşirmelerini mümkün kılabilecek bir hicret tasavvuruna her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettikleri artık gün gibi ortada.

Yeni bir hicret tasavvuru icat edebilirsek, yeni bir medeniyet tasavvurunun nasıl geliştirilebileceğinin ipuçlarını da yakalayabiliriz. Bunun yolu, Hz. Peygamber'in kişisel tarihini çok iyi kavramaktan geçiyor.

Hz. Peygamber'in kişisel tarihini bir bütün olarak anlamadan, Kur'ân'ı da, İslâm'ı da, dünyayı da, dünyanın sorunlarını da anlayamaz, kavrayamaz ve anlamlandıramayız; dolayısıyla İslâm'ın insanlığa nasıl bir hayat ve dünya tasavvuru sunduğunu; bu tasavvuru nasıl hayata geçirdiğini, bu tasavvura hangi hâl ve şartlarda, hangi zor/lu zamanlarda nasıl hayatiyet kazandırdığını da göremez ve kavrayamayız.

Hz. Peygamber'in kişisel tarihini, vahiy öncesi ve vahiyle birlikte başlayan süreç olmak üzere iki ana döneme ayırarak inceleyebiliriz.

Hicret, Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin ve dolayısıyla vahyin hayata aktarılış pratiğinin dönüm noktalarından biridir. Ancak Hz. Peygamberin kişisel tarihinde "bedenleşen" ve Müslümanların yeni bir medeniyet tasavvuru icat etmelerini mümkün kılan uzun bir yolculuk olan hicretin üç sacayağının varolduğundan sözedebiliriz:

Birincisi, Hz. Peygamber'in dünyaya "hicret"i (=Hz. Peygamber'in doğuşu / çağın ruhunu ve sorunlarını kavrama süreci). İkincisi, vahiyle birlikte İnsanlığın İslâm'a hicreti (=İslâm'ın doğuşu / dâhilî temas süreci). Üçüncüsü de, Müslümanların Mekke'den Medîne'ye hicret etmeleriyle birlikte bir medîne (kendi "şehir"lerini / insan ve toplum tipini ve dünya tasavvurunu) inşâ etmeleri ve müslüman medeniyetinin hangi temeller üzerine inşâ edilebileceğinin ipuçlarını vermeleri (=İslâm medeniyetinin doğuşunu mümkün kılan temel tasavvurun icadı /hâricî temas süreci).

İslâm'ın nasıl bir "dünya" vadettiğinin kavranabilmesi için Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin sadece vahiy-sonrası dönemine bakmak yeterli değildir; vahiy-öncesi döneme de bakmak kaçınılmazdır: Bu, sadece vahyin vadettiklerinin ve imkânlarının farkedilebilmesi için değil, şirk'in zaaflarının ve yolaçtığı şirret, şiddet ve zulmetin insanları ne tür derin ve sarsıcı zafiyetlere garkettiğinin farkedilebilmesi, görülebilmesi; dolayısıyla vahyin şirkten ayırt edilebilmesi ve ayıklanabilmesi için de şarttır.

İşte vahyin şirkten hangi bakımlardan esaslı farkılılıklar arz ettiğinin görülebilmesi, dolayısıyla şirkin zaaflarının ve ürettiği zafiyetlerin, zulmetlerin ortadan kaldırılabilmesi ve vahyin imkânlarının hem hayata geçirilebilmesi, hem de bu imkânların alanlarının genişletilebilmesi ve çoğaltılabilmesi için Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin vahiy öncesi döneminin de kavranması zorunludur. Bu, müslümanların pergellerini şaşırıp şaşırmadıklarını, vahiyle şirki birbirine karıştırıp karıştırmadıklarını, hatta şirki vahyin yerine ikâme etme yanlışı içine düşüp düşmediklerini test edebilmeleri, fark edebilmeleri, kısacası istikballerini vahy üzere kurabilmeleri açısından da son derece önemlidir.

Hicret, Müslümanların içinde yaşadıkları toplumla temasa geçtikleri anda karşılaştıkları zorlukları, kuşatmayı, yok etme taarruzlarını göğüsleyebilmek için giriştikleri bir varoluş, direniş ve kendi kaderlerini ve geleceklerini kendi ellerine alma mücadelesinin nasıl verileceğinin ve nasıl hayata geçirileceğinin formülünü, usûlünü veren bir silkiniş eyleminin ve sürecinin adıdır: Medîne inşâ edilmelidir ki, o medine pratiğinden bir medeniyet tasavvuru çıkarabilmek mümkün olabilsin.

Hicret, varolmak, varolabilme iradesine sahip olabilmek demektir. Hicret, varlığını her dâim hissettirebilmek, dolayısıyla müslümanların müslümanca varolma kaygılarını yok etmeye kalkışanlara karşı muhkem ve sarsılmaz bir direnç, bir silkiniş, bir diriliş ruhu geliştirebilmek, bu ruhu her dâim canlı ve diri tutabilmek demektir.