Vahşi kapitalist düzenin piyasa aktörlerinin birbirleriyle kıyasıya rekabet içine girmelerini sağlayan en önemli argüman reklamlardır. Reklamlar, vahşi, hatta vampir kapitalist sistemin insanların zihinlerini dönüştürme mekanizmalarıdır. İnsanların satın alma dürtüsünü, alışveriş yapma insiyakını tavana vurdurmak, ihtiyacı olmayan ürünlere bile yönlendirmek reklamların işidir.
Dikkatinizi çekiyor mu bilmem, televizyon ekranlarında yayınlanan reklamların neredeyse yüzde 40'ı GSM operatörlerinin ve bankaların reklamları. GSM operatörlerinin bizlere vazettiği tüketim kültürü şu: Konuş, konuş, konuş.... Hani, bir reklam vardı, iki üniversiteli sevgili GSM operatörlerinin kendilerine sunduğu sınırsız konuşma keyfinden yararlanıyor ve sürekli konuşuyorlardı. En sonunda iki sevgilinin birbirine söylediği söz şu oluyordu: "Hiiiiç".... İşte, kapitalist düzenin çarpıklaşmış yapısını bundan daha güzel özetleyen reklam yoktur.... Hiçleştirme operasyonu. Kimliksiz, hiçbir kültürel altyapısı olmayan, kendisini sahip olduğu markanın değeriyle özdeşleştiren, ülkesinin temel sorunları üzerine değil boş konularda konuşan, üretmeyen, sorgulamayan bir toplumsal insan protipi üretmek.
Cebimde hala yıllar önce aldığım bir cep telefonu taşıyorum.... Geçtiğimiz günlerde bir akrabamız, her kelimesiyle müstehzi bir ifadeyle sordu: "Bunun 3G'lisini neden kullanmıyorsun?"... Neden kullanmıyorum? Çünkü, ihtiyacım yok... Beni ilgilendiren, cep telefonunun konuşma kabiliyetinin olup olmaması. Zaten yeterince işimiz gücümüz var, neden bir de elimdeki cep telefonunun beni sarıp sarmaladığı ve hiçbir işe yaramayan dünyasının dehlizlerinde kaybolayım.
Yapılan araştırmalarda Türkiye'de yaklaşık 45 milyon cep telefonu kullanıcısının olduğu ortaya konulmuş. İhtiyacı olanı bırakın, ihtiyacı olmayanın bile cebinde iki tane cep telefonu bulunuyor. Adam, asgari ücretle çalışıyor, ama, cebinde bilmem ne cep telefonu markasının bin lirayı aşkın cep telefonunu taşımakta beis görmüyor. Otobüste, metroda, alışveriş merkezlerinde herkesin elinde cep telefonu, kurcalıyor babam kurcalıyor.
Bundan 20 sene önce, bu memlekette GSM operatörü de, cep telefonu da var mıydı?
Birbirimizle nasıl iletişim kuruyorduk o günlerde?
İşin tuhaf boyutu, Türkiye cep telefonu teknolojisini hala üretebilmiş ve kendi markalarını oluşturabilmiş bir ülke değil. Yani, satın aldığımız her cep telefonu vahşi kapitalizmin emperyalist ahtapot kollarına bizleri atıyor, kendi paramızla vampirleri zengin ediyoruz.
Sivri dilli ekonomist Osman Altuğ, kendisiyle yaptığımız röportajda, küresel ekonomik krizin finansal sistemin eseri olduğunu, finansal sistemin üretim ekonomisinden intikam aldığını söylemişti. Yani, üretmeden hiçbir değer ortaya koymadan zenginleşmeye çalışan rantiyer sistemin dünyaya attığı kazıktır küresel kriz. Bu krizi üreten bankalardır.... Hiçbir değer üretmeden cebimizdeki paraya ortak olmaya çalışan, bizlere kredi kartı satmaya çalışan, kredi satmaya çalışan bankalar, televizyon ekranlarında reklam kuşaklarını işgal etmiş durumda.
Kredi kartı kullanıcılarının yüzde 40'ı batağa düşmüş vaziyette. Nedir kredi kartı? Kredi kartı, harcama kültürü olmayan, asgari ücretle çalıştığı halde çalıştığı rakamın 10 katına kadar limit belirlenen zavallı kullanıcının, borç batağına düşmesine zemin hazırlamaktır. Bile bile lades demek, kredi kartı kullanıcılarını batağa sürüklemektir. Kredi kartı, insanların eline ne zaman terse döneceği bilinmeyen bol keseden kullanma silahları vermektir. Kredi kartı, alışveriş canavarı yapmak için türlü entrikalar çevrilen, reklamlarla beyinleri iğdiş edilen, "Onda var, bende neden yok" saplantısına düşürülen insanların psikolojisini dönüştürme operasyonudur.
Biz, sadece iki reklam kuşağı üzerinden toplumun nasıl canavarlaştırılmaya çalışıldığını anlattık. Varın siz gerisini tahayyül edin!