Herkesin doğrusu farklı olunca

xxx135

Toplumda farklılıkların olmasının yadırganacak bir yanı olamaz. Hatta meseleye farklılıklar toplumun renklerini oluşturuyor diye de bakabiliriz. Eğer bir de demokratik bir sisteme sahip olduğumuzu iddia ediyorsak herkesin farklılıkları sindirmesi gerekir. Demek istediğim o ki farklıklardan korkmamak, ancak farklılıklar toplumun renkleridir diyerek her meselede toplumu farklı kamplara ayırmak anlamına gelecek tartışmalara alkış tutmanın da faydası olacağını sanmıyorum. Toplumdaki farklılıklar ile kamplaşma aynı şey değildir. Demokrasilerde farklılıklara rağmen birlikte yaşamak esasken kamplaşma, toplumu kutuplaştırma demokrasiye hizmet etmez. Hatta diyebiliriz ki toplumun kutuplaştırılması ve bunun siyasi bir hedef olarak benimsenmesi demokrasi adına toplumu totaliter yönetimlere itmek anlamına da gelebilir. Özellikle adalet konusunda 'herkesin doğrusu kendine' diyemezseniz. Bu noktada toplumda ortak doğruların oluşması, oluşturulması gerekir. Aksi halde yargı kararları tartışmaya açılır. Bu da yargıya güvensizliği gündeme getirir. Yargıya güvenin sarsılması hak ve adalet ölçülerinde farklılaşmanın ortaya çıkması demektir ki o zaman farklıklara rağmen birlikte barış içinde yaşamanın şartları kaybolur. Çünkü gerilim artar. Siyaset erbabı da bu gerilimi kendi hanelerine oy olarak geçirme gayretine düşünce sürekli gerilim yaşar hale geliriz.

Yukarıdan beri sıraladığım hususlarda siyaset erbabı, hatta kendini aydın ve entelektüel kabul eden kesimlerce malzeme bulmak zor olmuyor. Çünkü, mevcut yasalar çerçevesinde ortaya çıkan bir taktım gelişmeler bile hemen yeni bir kutuplaşma için vesile haline getirilebiliyor.

Söz gelimi günlerden beri kamuoyunu bir yasal değişikliğin yürürlüğe girmesi sonucu tutukluluk süreleri belli zaman dilimini aşmış olanların tahliyeleri gündeme geldi. Tahliyeler kesinlikle davanın düşmesi anlamına gelmiyordu. Davalar devam edecek yargı sonucuna göre ya yeniden yargılama başlayacak ya da infaz devreye girecekti. Ancak, öylesine farklı iddialar gündeme geldi ki bu iddiaların arasından toplumun doğruyu bulması kesinlikle mümkün değildi. Böyle olunca da herkes siyasi ve ideolojik mensubiyetine göre olaya taraf olacaktı. Öyle de oldu.

Hemen belirtelim ki tahliyeler yargı kararı ile gerçekleşti. Bu konuda bir tereddüt yok. Yargıda bu kararı durup dururken vermiş değil. Ortaya çıkan yeni yasal durum gereği vermişti. Ancak, olay bir kesim tarafından yargının zaafı olarak takdim edilirken, diğer kesimce de iktidarın zaafı olarak nitelendirildi. Halbuki her iki bakış açısı da gerçeği yansıtmıyordu. Elbette karşılıklı suçlamalar arasında doğrular yok değildi. Yapılan tartışmalar arasında elbette yargının yükünün çok fazla olması sebebiyle davaların belli bir sürede sonuçlandırılamadığı doğruydu. Buna rağmen yüksek yargıda bazı davalara öncelik verilirken bazılarının sıraya konulduğu da bir gerçeğin ifadesiydi. Öyle ise tartışılması gereken yargı yükünün hafifletilmesini sağlayacak adımların atılması ve özelliklede yüksek yargı bazı davalara öncelik verip öne alarak sonuçlandırırken bu seçimde keyfiliği ortadan kaldıracak düzenlemenin yapılması gerekiyordu.

Ancak yapılan iş taraflar arasındaki 'ben haklıyım sen haksızsın, hayır ben değil sen haksızsın' yarışından öte geçemedi. Elbette darbe dönemlerinde oluşturulmuş bir takım düzenlemeler ister istemez yargıyı taraf haline getirmişti. Söz gelimi bazı değerlerin korunması görevi ile yargının daha işin başında taraf olması sağlanmış ve buna uygun olarak bir kadrolaşma oluşturulmuştu. Ancak böyle oldu diye yargıyı tartışmanın hedefine almanın sakıncalarını unutmamak gerekiyor. Söz gelimi tahliyelerin bir yargı komplosu olarak nitelendirilmesi kesinlikle toplumun doğruyu bulmasına katkı sağlamaz. Eğer ülke bir yargı komplosu ile karşı karşıya bırakılmış ise bunu düzeltmenin yolu TBMM'den geçer. İktidar hemen yeni bir düzenlemeye girişerek söz konusu komplonun tekrarlanmamasını engelleyebilir. Kaldı ki iktidar yaptığı anayasa değişikliğine bu millet destek vermiş, 'şikayetçi olduğun konuları ortadan kaldır' demiştir. Buna rağmen birtakım komplolar söz konusu ise ya yapılan anayasa değişikliği yetersiz kalmış yada değişikliğe paralel olarak yasal düzenleme gerçekleştirilememiştir.

Artık siyasiler toplumu kutuplaştırma yoluyla oy alma hevesinden vazgeçmelidirler. Topluma neler yapacaklarına dair proje ve tekliflerini sunmak için harcayacakları zaman daha yararlı neticelere vesile olabilir.