Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın son açıklaması herkesi çok şaşırttı; şaşkınlık, açıklamaya karşı çıkanlar kadar destekleyen yazarların yazılarına da sinmişti dün. Henüz partiler arası temaslar safhasında olan bir girişimin sonuca ulaşmasını beklemeden, yapılmak istenenin yanlış olduğunu belirtmek 'hukuk' ile bağdaşmıyor.
Şaşırtıcı açıklamada yer alan itirazlar konunun hukuki çerçevesinin yalnız bir yüzünü yansıtması bakımından da şaşırtıcı; Başsavcı Yalçınkaya'nın yargının yürütme ve yasama karşısındaki yerini belirleyen anayasa maddelerine yaptığı vurgunun daha güçlüsü, yine anayasadan hareketle, yargının yasama ve yürütme karşısındaki sınırlarını vurgulamak için yapılabilir.
'Kuvvetler ayrılığı' bu demektir zaten: Yasama organı yasa çıkarır, yargı o yasaları uygular, yürütme de uygulamaları yürürlükteki yasalara göre yapar... Kimlerin hangi yetkilere sahip olduğu anayasayla belirlenir. Yargının aldığı kararlara yürütme uyar, yasaları ve anayasayı değiştirme yetkisi yasama organınındır. Yasaların anayasa aykırılığı Anayasa Mahkemesi tarafından incelenip karara bağlanır, ama Anayasa Mahkemesi anayasa değişikliklerini gündemine alamaz.
Hiç kimse ve hiçbir devlet organı anayasa ve yasaların kendisine vermediği yetkiyi kullanamaz.
Göreve nasıl atanacağına ve parti kapatma davası açabileceğine dair iki madde dışında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'yla ilgili anayasada bir düzenleme bulunmuyor. Taşıdığı sıfatta 'Cumhuriyet' sözcüğü yer alsa da, Abdurrahman Yalçınkaya, Yargıtay'ın başsavcısı; anayasadaki konumu kendisine bundan öte bir görev yüklemiyor.
Başsavcı Yalçınkaya da hepimizin bildiği gerçeğin farkında olmalı: Üniversitelerde başörtüsü yasağı bir yasaya dayanmıyor; 12 Eylül askeri darbesi sonrasında kurulan YÖK tarafından konuldu yasak... Sonrasında çıkartılan bütün yasalar, yapılan bütün anayasa değişiklikleri ve konuya ilişkin bütün mahkeme kararları YÖK'ün yasaklamasıyla ilgilidir.
YÖK yasağı kaldırdığı anda, yasağın dayandığı temel ortadan kalktığı için, bugüne kadarki bütün hukuki gelişmeler de hükümsüz kalır. Yasağı koyan yasağı kaldırır da. Yasağı koyanın böyle bir tasarrufa yetkisi olduğunu belirtmekten öte bir anlam taşımayan hukuki kararlar da böylece geçersiz hale gelir. YÖK Kanunu'nda varolan (ek 17. madde) ve uygulatılamayan kılık kıyafetin yükseköğretim kurumlarında serbest olduğuna dair madde uygulanır.
Kanunlarda aksine bir hüküm yok çünkü...
Konunun tek sahibi YÖK'ün birbiri ardına aldığı kararlarla eski yanlışından döndüğü anlaşılıyor. 30 yıl önce yasak konulurken öngörülen 'tehditlerin' hiçbiri doğru çıkmamış, buna karşılık yasağın kadın-erkek eşitliğini zedeleyip yükseköğretim kurumlarının huzurunu bozduğu fark edilmişse, yasağı koyan kurumun yanlıştan dönmesine kim itiraz edebilir? Yasal, anayasal ve hukuksal olarak?
Bir yasağı uygulamak için yasaya ihtiyaç vardır, hukuk da devreye girer; ancak özgürleştiren kararlar derhal uygulanır.
Uygulamadan kalkmakta olan bir yasağı büsbütün geçersiz kılmak için siyasilerin yasal çerçeve arayışlarını anlayışla karşılasam da, hiç değilse şu aşamada, bunu gereksiz buluyorum. Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya'nın konuya müdahil olma girişimin temelinde siyasetin bu arzusu yatıyor. YÖK'ün kendi koyduğu yasağı kendisinin kaldırmasıyla başlayan sürece Başsavcı Yalçınkaya hangi yetkiyle karışabilir ki? Oysa siyasi partilerle ilgili kapatma davası açma ve davayı devlet adına sürdürme yetkisi onda.