İnançları ya da duyguları istismar ederek insanlardan bağış toplayanların, bunları ceplerine atmaları toplum vicdanında yaralar açar.
Aynı şekilde insanların kar etmeye dönük hırslarının akıllarını ve mantıklarını etkisiz kıldığı anlarda, onların tasarruflarını toplayıp iç edenler de ekonominin temel öğesi olan "Güven ortamı"nı yaralar.
Toplum vicdanının nasıl yaralanabileceğini "Deniz Feneri"nden önce "Kızılay skandalları" dolayısıyla da görmemiş miydik?
Unutmuş olabiliriz... Radikal'in 30 Ağustos 2001 günkü nüshasından Hilal Köylü imzalı haberi hatırlatalım:
- Marmara ve Düzce depremlerindeki yetersizliğinin ardından adı yolsuzluklarla da anılmaya başlayan Kızılay'da skandallar bitmiyor. Kızılay'ın İstanbul Bayrampaşa Şubesi'nde yapılan incelemede yöneticilerin kurum kaynaklarını hiç çekinmeden kendi özel işleri için kullandıkları ve çıkar sağladıkları belirlendi. Şubeye bağlı Bayrampaşa, Laleli ve Bosna tıp merkezlerinde 18 Ocak 2000 ve 12 Haziran 2001 arasında doktorlara ödenmiş gibi gösterilerek 233 milyar 526 milyon liranın zimmete geçirildiği tespit edildi.
Skandallar dizisi
Bir başka haberi de 2000 yılının 31 Ekim tarihindeki Yeni Şafak'tan okuyalım:
- 17 Ağustos Marmara depreminin ardından bütün zaafları ortaya çıkan Kızılay'da skandallar bitmiyor. Milyonlarca depremzedeyi ağır hava koşulları altında rezil eden Kızılay yöneticilerinin, depremden sonra depremzede öğrencilere verilen burs paralarını da cebe indirdikleri müfettiş raporları ile ortaya kondu. Kızılay'daki zimmet skandalı, Denetçiler Kurulu Başkanının Kızılay Başkanını zimmet alma, ihaleye fesat karıştırma ve kiralamaları öngörülen bedeller üzerinde yapmamakla suçlaması ile ortaya çıktı.
Kızılay'daki yolsuzlukların üzerine hem Hükümet, hem de yargı hızla gitti. Kurum temizlendi ve yeniden yapılandı.
Şimdi sıra Deniz Feneri'nde. Alman yargısının karara bağladığı ve sanıkların da ikrarları ile kesinleşen yolsuzlukların Türkiye'deki uzantılarına, herhalde Hükümet de, Türk yargısı da gidecektir.
Bunun aksi bir ihtimali düşünmek bile istemiyoruz.
Deniz Feneri
Ama bu arada Deniz Feneri'nin ihtiyaç sahiplerine sağladığı yardım da, herhalde düşünülmelidir.
Akşam'dan Burhan Ayeri'nin dün yazdıklarını da herhalde hatırlamalıyız:
- Her kurumdan hatta her aileden yanlış yapanlar çıkabilir. Hak ettikleri cezayı almaları doğaldır. Aldılar da. Ancak ortada yardım ellerini doğrudan 1 Milyon 947 bin 55 kişiye ulaştırmış bir oluşum varsa, düşünmek zorundasınız. 446 Bin 508 aile ve sonuçta 4 Milyon insanı hayata tutundurmuşsanız, iki kere düşünmek şart. Karnı doyurulan, barındırılan, örtülen, ısındırılan ve sağlık hizmeti verilen insanları yeniden kaderlerine terk edemezsiniz. Vakfın yardımıyla ayakta kalan kadının çocuğu korkuyla soruyor "Yardımımız kesilecek mi?" Akülü sandalyeye kavuşan engelliler şaşkın. Düzce'de 657. evin sahibi perişan bakıyor. Her ay yiyecekten başka, kira yardımı alanlar şokta.
Bu tablo içinde oluşan ikilemler arasından sıyrılabilmenin bir yolu, "Hesap sormak" olabilir.
Hesabın sade yönetimler ve yargı tarafından sorulması yetmiyor.
İnanç şirketleri
Bir "İnanç şirketi" ne veya "Hayır kurumu" na yatırım yaptıklarını düşünerek paralarını akıtanlar da hesap sormayı bilmelidir.
Bugün'de Nuh Gönültaş'ın yazdıkları da kulaklara küpe olmalıdır:
- Sadece Almanya'nın bir eyaletinde JETPA'nın 100 milyon Mark topladığını düşünürsek, rakamların ne denli yüksek olduğu anlaşılır. Bu paraların bankalarda saklandığı veya transfer edildiğini düşünürseniz, yanılırsınız. Çünkü bu paralar evlerde saklanıyordu. JETPA için para toplayan bir vatandaşımız bir defasında Alman Süpermarketler Zinciri Aldi'nin alışveriş poşetinde 13 milyon Mark taşıdığını söylüyor. JETPA, KOMBASSAN, YİMPAŞ... Bunlar adları kamuoyunda bilinenler. Daha adını duymadığımız birçok dandik holding Avrupalı Türkleri soyup soğana çevirdiler. Bu aldanmada yıllarca biriktirdiği parasına yön veremeyen, yatırım işinden anlamayan insanımızın bu insanların dindarlıklarına güvenmeleri önemli rol oynadı. "Bunlar dindar insanlar, haram yemez" düşüncesiyle komik bir kağıt parçasına milyonlarını verdiler. Muhafazakar basın bu konulara hiç girmedi. Kol kırılır yen içinde kalır dediler, kol çürüdü hastalık gövdeye sirayet etti.