Şırnak/Silopi'de Botaş'a ait tesislerdeki kuyular açıldığında içinden insanlara ait olduğu belirlenen kemikler ve değişik maddeler çıktı; şimdi Diyarbakır/Cizre'de kazılar yapılıyor ve daha ilk günden benzer bir manzarayla karşılaşıldı. Birileri “Güneydoğu'da hangi tepeyi kazsanız cesetle karşılaşırsınız” der ya; böyle diyenlerin haklı olduğu anlaşılıyor...
Türkiye, unutulabilse herkesin rahatlayacağı kanlı bir dönemi arkada bırakmaya hazırlanıyor. Bu defa da yanlışlar yapılmazsa 'teröre karşı mücadele dönemi' 25. yılında sona ermiş olacak. 1984 yılından beri eylemleriyle ülkeyi sarsan PKK terör örgütünün tasfiyesinde son aşamaya gelindi çünkü. Ancak ne kadar gayret edilirse edilsin, o dönemde işlenen çoğunun fâili hâlâ meçhul kalmış nice cinayeti unutmak mümkün değil. Kuyuların açılması, tepelerin kazılması, kaçınılmaz olarak, bir dönemle yüzleşmeyi getirecek.
Bir hesaba göre beş binin üzerinde bir yekünu var fâili meçhullerin... Kiminin vuranı bilinmese bile ceset vurulduğu yere terk edildiği veya en azından yok edilmediği için nerede yattığı biliniyor. Kimi ise belli bir güne kadar yaşadığı yeryüzünden birdenbire yok oluvermişti; bulunan kemikler muhtemelen o tür cinayetlere ait... İster cesedi bulunsun ister bulunan kemiklerden kimliği tespit edilsin, fâili meçhul cinayetlere kurban gitmişlerin fâillerinin gölgelerden gün ışığına çıkarılmalarına da sıra gelecek...
Aslına bakılırsa kısaca 'fâili meçhul' diye anılıp geçilen cinayetleri işleyenler öyle zannedildiği gibi meçhul de değil; bir döneme adını veren bu eylemleri işleyenlerin bazısı itirafta bulundu, hatta itiraflarını kitaplaştıranlar da çıktı. Bugünlerde açılan kuyuları ve kazılan tepeleri onların sağladığı bilgilere borçluyuz.
İsim, yer ve tarih belirterek işledikleri cinayetleri anlatan bu insanlara 'itirafçı' deniliyor. Bir ara PKK'ya katılmış, değişik sebeplerle orada barınamayınca devletin saflarına geçmiş 'itirafçılar', sahip oldukları bilgiler yüzünden el üstünde tutulmuşlardı. Bazısına 'devlet memuru' sıfatı kazandırılıp maaşa bile bağlanmıştı bu itirafçılar... Hepsi değilse de birkaçı kendilerine işletilen eylemlere daha fazla dayanamadığı için yurtdışına kaçtı; bu defa iki taraflı itiraflarda bulunmaya başlayarak...
Daha önce benzer süreçlerden geçmiş ülkelerde de yaşandığı için biliyoruz: Yakın tarihle yüzleşmek hiç de kolay değildir. Kimimize düpedüz 'cinayet' gibi görünen eylemler, onlara emir veren veya eylemi kendi eliyle gerçekleştirenler açısından birer 'kahramanlık öyküsü' olarak bilinebilir. Bu tür eylemlerin hesabını kime, nasıl soracaksınız? Özellikle de, cinayet ve suikast gibi eylemler için kararlar, iddia edildiği üzere, 'devlet' denilen kurumun hiyerarşik yapısı içerisinde alınmışsa?
Türkiye bu zor işi de başarmanın bir yolunu mutlaka bulacaktır.
Hiç cesaret edilemeyecek sanılan 'devlet içinde yuvalanmış çeteler' gerçeğinin peşine yargı tarafından düşülmedi mi? 'Çeteler' ile hesap kesmek göze alınamasaydı, kuyular açılamaz, tepeler de kazılamazdı; birbiriyle irtibatlı bir süreç bu. Biriyle yüzleşebilen ötekiyle yüzleşmeyi de başaracaktır. Görünen o ki, Türkiye, yakın geçmişin kirli sayfalarını geride bırakmaya kararlı. Hiç değilse yargı bu kararlılığa sahip...
Şu aşamada herkesin gözlerinin medya üzerinde olması da doğal; çünkü kuyulardan-tepelerden ceset fışkıran Türkiye manzarası, medyanın bazen sessiz bazen bayağı sesli desteğiyle meydana geldi. Yunan trajedyalarını andıran olaylara sahne olduysa bu topraklar, arka plandaki koro medyaydı.
Kimse şaşırmasın: Ortaya çıkanlar hepimizin şahsi tarihinin de parçalarıdır.