Hepimize büyük geçmişler olsun

xxxx111

Eh alacağınız olsun; Taraf gazetesinde çıkan 'tutuklanacak gazeteciler listesi'nin TV ekranlarında bomba haber olarak yer aldığı gün biriniz bile arayıp “Geçmiş olsun” demediniz. Halbuki, öyle bir listede yer almanın ne anlama geldiğini biliyor olmalısınız. “Ucuz kurtulmuşsun” demiş olsaydınız, bunu bile âlicenaplığınıza saymaya razıydım...

Sizler beni aramadınız, ama ben bütün gün öteki listede isimleri çıkan bazı dostlarımı arayıp “Geçmiş olsun” dedim. Hadi biz postu deldirebilirmişiz, ama şimdi onların isimleri bir hiç yere kirlenmiş oldu. Kozmik isim olduğundan kuşku duymadığım az sayıdaki 'malumlar' dışında kalan o listedeki çoğu gazetecinin, kendilerini kolay kolay kullandıracaklarını sanmıyorum.

Genelkurmay'a 'seminer planı tatbikatı' süsü verilerek kabul ettirilmiş 'Balyoz Harekâtı' içerisine bir darbe hazırlığı sokuşturma çabasına girenler, 'ertesi gün' hesapları da yapmışlar. “Darbe yaptık diyelim, kimi iktidara getireceğiz?” sorusuna cevap teşkil edecek bir bakanlar kurulu listesi hazırladıkları gibi, “Medyada kimler bize karşı çıkar, kimlerden yararlanabiliriz?” sorusunu da sormuşlar...

137 isimli listeye her yönden yaklaştım ve vardığım sonuç şu: Medya için 'dost-düşman' listesi hazırlama görevini yüklenen asker kişi kolaya kaçmış ve gazetecileri değil gazeteleri tasnif etmiş... Yeni Şafak, Zaman ve Vakit gazetelerini bir tarafa koymuş, geri kalanını öbür tarafa... Doğan Grubu, Akşam ve Sabah gazetelerinin kendilerini bir bütün halinde destekleyeceklerini ummuş olmalılar ki, 137 kişinin büyük çoğunluğu o gazetelerde yazanlardan oluşuyor.

Kimi 'demokrat' yazar 2003 yılı öncesinde grup gazetelerinde köşe sahibi olduğu için 'yararlanılacak gazeteciler' listesinde bulmuş kendisini...

Bu durum da beni uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir noktaya götürüyor: Son birkaç yıldır bazıları kendileri gibi düşünmeyenler için 'yandaş gazeteci' sıfatını uygun görüyor ya, aslında askerlerin 2003 yılında liste hazırlarken kullandıkları mantığı tersinden devreye sokmuş oluyorlar... Askerlerin “Grup gazetesinde yazdığına göre kesin bizim yanımızdadır, yandaştır” mantığını, o listede hemen ayrıştırabileceğiniz küçük bir azınlık, askerin 'karşıt' saydığı gazeteciler için şimdi kullanıyor...

'Yandaş' esas kendisi, 'darbe yandaşı' o; ama koruma altında olduğunu bildiği için, ağzından salyalar akarak başkalarına 'yandaş' diyebiliyor...

Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti darbe planları içerisinde yer alan gazeteciler listesini yayımladığı için Taraf'ı kınamış. Ne kadar garip bir durum bu! Listede 'Çağdaş Gazeteci' varsa ve o listeye girmek derneğin genel politikalarına ters düşüyorsa, ÇGD derhal iki adımlık bir eylem planı yapmalıydı. İlk adımda, 'yararlanılacak gazeteciler listesi'nde isimleri geçen ÇGD üyelerine çağrıda bulunur ve gazetecilik mesleğinin içinde nefes alabildiği demokratik düzeni sona erdirme amaçlı girişimleri ve isimlerinin böyle bir listeye konulmasını kınamalarını ister... İknci adımda ise, buna yanaşmayan isimleri üyelikten çıkarır...

Listeyi hazırlayanları kınamak yerine Taraf'ı kınamak ÇGD'ne yakışmıyor.

Darbeciler 2003 yılında amaçlarına ulaşsalar ve demokratik düzeni kesintiye uğratsalardı sadece 36 kişilik listede yer alan gazeteciler mi zarar görecekti sanıyorsunuz? Hayır. 12 Eylül sonrasında gazetecilik yapmak tam bir kâbusa dönüşmüştü. Danışma Meclisi çalışmaları başlayınca, Meclis muhabirleri, belli saatte kapıda toplaşıyor, tek sıra halinde içeri alınıyorlardı.

En ufak bir çizgi dışılık muhabirin gazetecilik hayatını sona erdirecek bir telefona yol açıyordu...

28 Şubat (1997) günlerini ve şu yakınlarda yapılan o döneme ait ifşaatları hatırlayın. Dönemin bu işlere meraklı Orgenerali, kendini güçlü bilen patrona, 'gazeteden atılacak yazarlar listesi' gönderiyor, taleplerine kulak tıkandığını anlayınca “Ne yani, oraya da iki general mi göndereyim?” tehdidini savurabiliyordu.

12 Eylül'den (1980) sonra gazetelere kapanma talimatını astsubaylar iletiyordu.

Belki bizi tutuklayıp Selimiye Kışlası'na götüreceklerdi, ama o 137 kişi içerisindeki gönlü demokrat olanları da sürekli tek ayak üstünde tutacaklarına kalıbımı basarım. Bir insanın inanmadığını yazması ve savunması kadar kendisini kendi ve yakınları gözünde alçaltan başka bir davranış herhalde olamaz. “Ülkenin demokrasisinin ırzına geçilirken sen neredeydin?” sorusuna muhatap olmak adamın iflâhını keser vallahi...

27 Mayıs'ın (1960) hemen ertesi günü, Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosu'na gelen gazeteciler, âmirleri konumundaki Doğan Tanyer'in koltuğunda yüzbaşı üniformasıyla oturduğunu fark ettiler. Meğer o kadar zamandır 'gazeteci' bildikleri Doğan Tanyer subay değil miymiş?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.