İnsanda dört meleke vardır; his, fikir, irade ve ünsiyet.
Dört irfan müessesesi vardır; sanat, dil, teknik ve hukuk.
Dört ümran müessesesi vardır; din, ilim, ekonomi ve siyaset.
Bunların her birinin konuları ve usulleri/metotları farklıdır.
Din sevgiye, ilim tartışmaya, ekonomi yarışmaya, siyaset ise güce dayanır.
Din "neyin" yapılmasına karar verir, ilim "nasıl" yapılacağını ortaya koyar, ekonomi "kimin" yapacağını belirler, siyaset yani yönetim ise "bölüşmeyi" sağlar.
Kur'an'a göre "emirler ve yasaklar" vardır, "helaller ve haramlar" vardır. Emirlerin hikmeti "maruf" olmasıdır, nehiylerin hikmeti "münker" olmasıdır. Helallerin illeti "tayyibat"tır, haramların illeti "habisat"tır. Helal ve haramlar dinlerin konusudur. Emir ve yasaklar ise siyasiler/yöneticilerin konusudur. Emirlere uymayanlar cezalandırılır, yasaklara uymayanlar da cezalandırılır. Helal ve haramların karşılığı ise dünyada değil âhirette görülür. Haramları yapanlar cehenneme, helallerle yaşayanlar cennete giderler.
Cennet ve cehennem siyasilerin konusu değildir. Siyaset helal ve haramlarla şu bakımdan ilgilenir. Devlet haramları işleyenlere ceza vermez ama onları hukuken korumaz. Konusu haram olan bir dava açılmaz, mahkemeler onları dinlemez.
Hazreti Musa "düzen"le görevliydi, "din" onun konusu değildi. O sebeple Tevrat cennet ve cehennemden bahsetmez, helal ve haramları da sadece devletin onları koruması ve korumaması bakımından ele alır. Hazreti İsa ise sadece helal ve haramlardan bahsedip emir ve yasakları teyit eder. Yani emirler farzdır, yasaklar haramdır ama dünyevi cezası ile meşgul olmaz. Hazreti Muhammed'in bize ulaştırdığı Kur'an ise hem şeriatı hem de tarikatı bünyesinde bulundurur, Kur'an hem "düzen" kitabıdır hem de "din" kitabıdır. Siyasiler ona "düzen" gözü ile bakarlar, tarikatlar (dini kuruluşlar) ise ona "ittika" gözü ile bakarlar.
İşte, İslâm'da helal ve haram dediğimiz zaman esas olarak bu ana ayırımı yapmalıyız.
Tekrar edersek. İslâm hem "din"dir hem de "düzen"dir.
1. İslâm dini (takva tarafı) yalnız Müslümanlara hitap eder, onlara ne yapacaklarını anlatır, bunları "helal" ve "haram" olarak ortaya koyar. Bunların cezası dünyada değil ahirette verilir; yahut doğal olarak dünyada cezalandırılır, mesela sigara ve içki içen hasta olur. Helal ve haramlar mezheplere ve dinlere göre değişir. Bazı mezheplere göre haram olan diğer mezheplere göre helal olur. Herkes kendi içtihadına göre hareket edeceğinden ahirette de sorulmayacaktır. İnsan içtihat yapıp yapmadığından sorumlu olacaktır, içtihadındaki hatasından sorumlu olmayacaktır. İçtihadına göre amel etmemiş olmasından sorumlu olacaktır. Bu alan tarikatların yani dini kuruluşların görev alanıdır.
2. İslâm düzeni ise yalnız Müslümanları değil, bizimle beraber yaşayan bütün insanları ilgilendirir; dinleri ve ırkları ne olursa olsun, isteyen insanlar düzenden eşit şekilde yararlanırlar. Onlar Kur'an'ın dinine göre amel etmekle yükümlü değildirler, amel etmeleri caiz de değildir. Ancak burada herkes düzene uymak zorundadır. Düzende emir ve nehiyler/yasaklar söz konusudur. Bu alan siyasilerin görev alanıdır. Siyasiler siyaset yaparken kendi tarikatlarını ve inançlarını esas almazlar, şeriata/hukuka göre hükmederler.
3. İslâmiyet'te sistem/düzen bucaklarda tesis edilir. 3 bin ile 10 bin arasında nüfusu olan topluluklar bir kabile/bucak oluştururlar ve onlar kendi şeriatlarını/hukuklarını kendileri ortaya koyarlar. Şeriatın/hukukun dört ana kaynağı vardır; 1) akrabalık, 2) komşuluk, 3) emek, 4) sözleşme. Bunlar sayesinde "hukuk" oluşmaktadır.
4. Sözleşmeler de kademelidir. 1) Bir kimsenin "içtihadı" kişinin topluluğa teklifidir. Benimle ilişki kuranlarla içtihadıma göre ilişki kurarım demektir. 2) Sonra "sözleşme"dir. Sözleşme o iki kişi için hukuktur. 3) Bir topluluktaki "icmalar" toplu sözleşmelerdir. Bunlar da hukuktur. 4) Hakemlerin onayladığı "istişareli kararlar" da şeriattır, hukuktur.
"Helal kazanç"tan yola çıktık, buralara geldik; "ilim" ve "sistem/düzen" işte budur.