Dünkü yazıda sözünü ettiğim toplantıda tebliğlerin müzakeresi ve tartışılması esnasında, günümüzdeki problemin, dönüp dolaşıp “istihale” kavramında düğümlendiği görüldü.
Helal kesim, Ehl-i Kitab toplulukların dinlerine göre helal olan gıdaların –domuz ve şarap gibi ismen yasaklanmış olanları dışında- Müslümanlara da helal olmasının şartları, makine ile toplu kesim, kuru veya sulu yolum, keserken besmele çekilmesi, helal nesneye alkol karışması gibi tartışma konuları da vardı; ancak bunların da bir kısmı istihale ile diğerleri de şer'î bakımdan temizlenme, bazı nasların yorumu ve konuya uygulanması ile ilgili idi.
İstihale kısaca “haram olan nesnenin değişime uğraması” demektir ve fıkıh kitaplarındaki örneklere bakıldığında bu değişim, yalnızca kimyevi değil aynı zamanda –bazı durumlarda ve maddelerde- fiziki değişimdir.
Günümüzde daha çok tartışma konusu olan ve ilgilileri sıkıntıya sokan gıdalar, menşei (yapılırken kullanılan maddeler) bakımından içine haram olan maddenin karıştığı sanılan gıdalardır. Mesela pek çok maddede kullanılan jelatin, peynir mayaları, koruyucu maddeler böyledir; bunlar yapılırken kullanılan maddeler içinde domuz unsuru, murdar hayvanın eti, kemiği, derisi veya başka bir parçası kullanılmış ise, madde değiştikten ve mesela “peynir, jelatin, ekmek, şeker, kapsül…” olduktan sonra; keza az alkol çok helal sıvıya katılıp eseri (rengi, tadı, kokusu, sarhoş etme niteliği) kaybolduktan sonra bunlara yine domuz, murdar hayvan, alkol gibi mi bakılacak, bunların hükmü mü verilecek, yoksa madde değiştiği için hüküm de yeni maddeye göre mi olacaktı?
Bu noktada hüküm verebilmek için iki ilim dalının ortak hareketine ihtiyaç vardır:
1. Gıdacı ve kimyacı maddenin ne ölçüde değiştiğini, yeni maddenin, ona katılan ve haram olan maddeden tamamen başka bir madde olup olmadığını (dönüşüp dönüşmediğini) söyleyecek.
2. Fıkıh alimi de bu bilgiye dayanarak dindeki hükmünü söyleyecek.
Gıdacı ve kimyacılar, sundukları tebliğlerde, “jelatin, peynir ve koruyucu maddelerin değiştiğini, mahiyet ve özellikleri bakımından onlara katılan haram maddelerden başka bir madde meydana geldiğini” açıkça ifade ettiler.
Bu durum karşısında benim de aralarında olduğum bir grup fıkıhçı “Ayetler, hadisler ve usulüne uygun kıyas neyi haram kılmış ise haram olan odur, bu yeni madde hakkında ayet ve hadis olmadığına, harama kıyas için ortak özellik de bulunmadığına göre bunlara genel hükümler uygulanır; pis veya sağlığa zararlı ise derecesine göre mekruh veya haram olur, böyle bir durum da yoksa-ki, yukarıda sayılan üç madde böyledir- mübah (helal) olur” dedik.
Bazı fıkıhçıların ise bu konuda tereddütleri zail olmadı.
Hepimizin ittifak ettiğimiz bir konu da vardı:
Değişim sebebiyle mübah ve helal hale bile gelse eğer üretiminde büyük bir zorluk yoksa, yeni üretilen de aynı işi görüyorsa Müslümanlar, menşeinde de haram nesne bulunmayan maddeleri üretmeli, bunları kullanmayı teşvik etmeli, makul bir süre içinde bu yeni ürünlere geçiş sağlanmalıdır.