Günlerdir süregiden tartışmaya ve verilen tepkilere bakınca insanın içinden “Bu ne şiddet, ne celâl” demek geçiyor...
Taraf gazetesinin bir yazarı ‘sol’ için önemli bir dönüm noktası teşkil eden, 1977’de 34 kişinin hayatını kaybettiği ‘kanlı 1 Mayıs’ olayı için, ‘sol fraksiyonlar arası bir çatışma’ tezini bir televizyon programında dillendirdi. Taraf tezin doğruluğunu ısrarla ispata çalışan yayınlar yapınca bazı yazarları huzursuzluklarını dışa vurdu. Gazetede ilk günden beri yazan iki isim köşesini bu yüzden kapattı; tepkisini o raddeye vardırmayan bazıları da yazmaya kerhen devam ettiklerini kayda geçirdi...
Bu ilginç tablo‘Türk solu’denilen kesimin ne kadar kırılgan (ve tabii‘alıngan’da) olduğunu ortaya koyuyor. Hâlâ zihnen bölünmüşler ve hâlâ birbirlerine tahammülsüzler...
'Kanlı 1 Mayıs’sol hareketin tarihinde önemli bir yere sahip.‘Moskovacı’ve‘Maocu’olarak iki temel gruba bölünmüştü o tarihte sol ve her grubun bünyesinde genel çizgiyle ters düşen kümelenmeler yaşanıyordu. Sovyetler’i önemseyenler içerisinde Avrupa’daki uydu ülkelerden yükselen özgürlük taleplerine olumlu bakanlar (‘Güleryüzlü sosyalizm’) ile bunu‘revizyonizm’sayanlar bulunuyordu sözgelimi;‘Maocular’ise dergilerini ayıracak kadar birbirlerine girmişlerdi.
O gün Taksim Meydanı’na grupların silâhlı geldiği, günün ilerleyen saatlerinde etrafa kurşun yağdırıldığı biliniyordu zaten... Kurşunlar atılmaya başlayınca çıkan izdihamda hayatını kaybetti pek çok kişi...
“İlk kurşunu kim attı?”sorusu eşliğinde yürütülen‘provokasyon’tartışması pek anlamlı değil. Sol grupların Taksim’e silâhlı gelme ihtiyacı duymasından ve meydanı diğerlerine kapatmaya kadar bir dizi uygulama, büyük ihtimalle, yönlendirici etkilerin sonucudur. Kararların alınma sürecini etkileyen gücün 1 Mayıs günü bizzat ateş etmesi gerekmezdi zaten...
Esas sorulması gereken, şimdilerde naif bir biçimde tepkilerini dışa vurmak için sıraya giren dönemin önemli liderlerinin, zamanında nasıl tongaya düşebildikleridir: Neden olanları öngöremediler, neden gerekli önlemleri almadılar?
Ülkenin içine sürükleneceği kargaşadan nurtopu gibi bir darbe çıkarma hazırlığı içerisinde olan iç ve dış güçler yararlandı dökülen kanlardan; tıpkı aynı güçlerin ‘Anayasa Nizamını Koruma Kanunu’ adıyla ülkeye giydirmek istedikleri deli gömleği için 1969 yılında Beyazıt Meydanı’na saldırtılan‘sağcı’tiplerin eyleminden yararlandıkları gibi...
Dönemin‘sağcı’liderleri de, bilerek veya bilmeden, benzer bir oyuna âlet edilmişlerdi.
Bugünden geçmişe baktığımda‘bilerek’ile‘bilmeden’ayrımının fazla önem taşımadığını görüyorum. Sonuçta 1 Mayıs 1977’de Taksim’de dökülen kan üç yıl sonra 12 Eylül (1980) darbesine, 16 Şubat 1969’da Beyazıt’ta bıçaklanarak öldürülen iki kişinin kanı da iki yıl sonra 12 Mart (1971) müdahalesine malzeme teşkil etti.
Taksim’de ilk kurşunu kışkırtıcı ajanların atmış olmasıyla fraksiyon silâhlarının birinden çıkan kurşunun izdihamı başlatması arasında çok mu fark var?
Nasıl oluyor da, aradan geçen 35 yıla ve bunca deneyime rağmen, tavırlar ve tepkiler değişmiyor? Pes doğrusu...