"Hayırları Durdurmak" ve Hal'i Pürmelalimiz

Özcan GÜNGÖR

Mayıs ayının ikinci haftası ülkemizde vakıflar haftası olarak kutlanmaktadır. Bu hafta boyunca da Vakıflar Genel Müdürlüğü değişik aktiviteler yapmaktadır. Biz de yazımızda İslam medeniyetinde ve günümüzde vakfa ilişkin bir kaç noktayı dikkate vermeye çalışacağız. 

Vakıf kurumunun, benzerlerini başka toplumsal yapılarda görmek mümkünse de kaynakları, motivasyonları ve gördükleri işlevler açısından gerek İslam dünyasında gerekse Batı aleminde Milletimizin kurduğu vakıflar kadar fonksiyonel olanlarına rastlamak mümkün değildir.

Örneğin gelir dağılımı adaletsizliğinin sonucu olarak ortaya çıkan sınıfsal çatışmaları önlemek ve sosyal barışı sağlamak büyük ölçüde kişisel serveti toplumsallaştırmakla mümkündür. İslam toplumlarında bu ihtiyacı gören zenginlerden bir kısmı vakıflar kurmuşlardır. İşte belki de Türk-İslam medeniyetinde Marksist manada bir sınıfın oluşmamasında vakıfların bu toplumsal fonksiyonunun büyük rolu olmuştur. Bu yönüyle günümüzde sosyal devletin rollerini yerine getiren binlerce batı orjinli STK (NGO) yapılarından bizim vakıflarımız farklıdır.

Elbette vakıfların ortaya çıkışı, Kur’ani ilkeler ve Peygamberimizin hadisi ve uygulaması ve daha sonra Müslümanların bu ilkelerden hareketle oluşturdukları insan, tabiat ve toplum anlayışının yansılamalarıdır.

Bu bağlamda vakıf bireysel ve toplumsal ihtiyaçların ve arzuların karşılanmasını sağlayan maddi ve manevi değerlerin hayata geçirilmesidir. Diğer bir ifadeyle vakıflar bir medeniyetin iz düşümü ve hayata bakan yönlerinin göstergesidir.

 Diğer taraftan vakfın temel anlamı “durdurmak, alıkoymak” manalarına gelen yönüyle; dünyanın faniliği, her canlının ölümü tadıcı olması, ancak geçici olan bu dünya ve hayatının da boşuna olmadığı, dünyanın ahirette hasadı alınacak bir tarla olduğu, dolayısıyla “geçici” olanın “durdurulmasını”nın yani hayır ve hasenatın öbür dünyada devşirilmesine imkan verecek olanın da hayri hizmetler yapmak ve kalıcı kurumlar açmak olduğu düşüncesidir.

Gerçi özellikle günümüzde Muhterem Hocam Ilıca’nın da dikkat çektiği gibi yapılan hayır ve hasenatın öbür dünyada devşirilmesi manasında bir “durdurma”dan ziyade pratikte ve mümkün mertebe pragmatist bir tarzda, vakıflardan dünyada menfaat elde etme yolları araştırılmaktadır. Özellikle bazı vakıf ve derneklerin adlarının yolsuzlukla anılır olması, yöneticilerinin değişik usulsuz harcama ve şahsi tasarrufları gönül ve değer dünyamızdaki algıyı bozsa da, vakıf kurmaya ve orada hizmetler ifa etmeye talipli kişilerin bu türden “dünya menfaatine” ahiret saadetini değişmemeleri gerekir.

 Bizim kültürümüzde kul hakkına girdiği için, ''velayet'' ''vasiyet'' ve “vakfı” kasdederek; ''İtteku'l-voveyn''; "şu üç ''vav'dan sakınınız denmiştir. Ancak üzerelerek ifade etmek gerekirse kültürün değer olarak normlaşması da statik değil dinamik bir yapıdır. Bu ara Cumhuriyet’in ilk yıllarında kimi vakıfların hukuki olarak sonlandırılması ve mülklerinin değişik şekillerde dağıtılması ayrı bir “kul hakkı” olsa gerektir.

Toplum hayatında tek gerçeğin menfaat olduğuna inananlar ve menfaati esas kabul edenler, yardımlaşmanın ve bireyler arası münasebetlerin tek bir şeklini bilirler; o da bir menfaat karşılığı olan yardımlaşmadır. Bu anlayışta olanlar, taraflardan sadece birine yararlı olan şartı bile kabul edemezler. İşte hayatın gayesinin sadece menfaat değil, kurbet yani sevap, ibadet ve fazilet olduğuna inanan Müslümanlar ve Müslüman ecdadımız, bir diğer yardımlaşma şeklini daha kabul etmektedirler ki, bu tamamen fedakarlığa, Allah rızasına ve fazilet anlayışına dayanmaktadır.

Özellikle çağımızda aşırı bireyselleşen toplumsal hayatta başkaları için ahirette toplanmak üzere tohum ekebilmek, candan, canandan fedakarlık yapabilmek ancak güçlü bir imanla mümkün olacak değer odaklı davranışlardır.

Bunun yanında mevcut vakıflar için dileğimiz, en ideal olan hizmeti vermeleri, faaliyet alanlarını güncellemeleri, para toplayan değil akar temin eden bir konuma gelmeleri, hizmet çeşidi ve sayılarını her geçen gün artırmalarıdır.

Topluma karşı sosyal sorumluluk sahibi olan, ecdadının mirasını sahiplenen, Allah’ın muradını uygulamada önde olmak isteyen, sünneti yaygınlaştırmayı dileyen herkes ya vakıf kurmalı ya da kurulan bir vakfa katkıda bulunmalıdır. En önemlisi de katkıda bulunduğu vakfın hizmetlerini de takip etmeli ve gerektiğinde de sorgulamalıdır.

  

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.