Günümüzün en büyük sorunlarından biri gençlerimizin evlenememeleri.
Evlenme yaşı ilerledikçe sorunlar daha da artıyor.
En başta gençlerimiz yaşları ilerledikçe daha çok fiziki ve etnik açıdan seçici oluyorlar.
Yok armudun sapı, üzümün çöpü derken yaş epeyce kemale ermeye başlıyor.
Bunun yanı sıra bir de bitmek tükenmek bilmeyen istekler.
En güzel yerde, en şatafatlı düğünler, en lüks eşyalar, ziynetler, takılar derken insan evlenmeye cesaret edemiyor.
Bu istekler her zaman gençleri frenliyor.
Hal böyle olunca da istenmeyen bazı olumsuzluklar oluyor.
Evlilik öncesi flörtler yapılıyor.
Bu flörtler insan fıtratına aykırı.
Çünkü insan sevdiğini paylaşmak istemez, onu en temiz haliyle ister.
Bu erkek için de geçerli, kadın için de.
Bunların kesinlikle aşılması gerekli.
Evlenmek için biraz da gözü kara olmalı insan.
Eğer istediği kıstaslara uygunsa kesinlikle teferruatlara takılmamalı ve evlilik için bir an önce acele edilmelidir.
Bu teferruatlar yukarıda bahis ettiğim gibi fiziki seçicilik, lüks harcamalar.
Bunlar zamanla hal yoluna girilir.
İlla ki her şeyin en güzeli ve en lüksü de olması gerekmez.
En önemlisi bir yuvada eşya değil huzurdur.
Eşyalar hiçbir zaman yuvaya saadet ve huzur getirmez. Çoğu zaman tul-i emeller yuvaların sarsılmasına hatta yıkılmasına neden oluyor.
Burada en büyük görev bilgi ve tecrübeleri olan ana – babalara düşmekte.
Onlar bir an önce evlatlarının mürüvvetini görmek istiyorlarsa biraz zühd ahlakıyla yetiştirmeli.
Tamamen kendilerini dünyadan da soyutlamamalı ama kendilerini de aşırı derecede dünyaya vermemeliler.
İtidalli olmalı.
Hal böyle olunca da televizyonlarda saçma sapan evlilik programları çıkıyor ve sadece evlenmek amaçlı olan kişiler bu amaçlarından saparak farklı arzu ve isteklerde bulunuyorlar.
Bu da toplumun ne kadar yozlaştığını ve ne kadar çirkinleştiğini gösteriyor.
Bunun en büyük göstergesi de boşanmaların artması ve evlilik öncesi ilişkilerin kanıksanması.
Bu girizgâhtan sonra size güzel bir sahabî bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Belki de bu hikâyeyi çoğumuz biliyordur ancak tekrar dinlemekte fayda vardır. Çünkü bu hikâyeden çok güzel dersler çıkar. Aslında sadece bu hikâye değil sahabelerin tüm hayatları bizlere bir numune teşkil etmektedir. Çünkü onları mürebbi âlemlerin en güzel insanı Efendimiz’dir (s.a.v.).
Bu hikâyeyi bilmeyenler de evlenecek olan kardeşlerimize ve onların ebeveynlerine anlatmaları hoş olacaktır.
Şimdi can kulağıyla okuyalım bu güzel hikâyeyi;
Yüzü simsiyahtı. Ama kendisi boyamamıştı ki! Kaldı ki, kalbi bembeyazdı. Buna rağmen onu basite alanlar vardı. Dedi ki:
– Ya Resûlallah, yüzümün siyahlığı cennete girmeme mani midir?
– Asla!
– O halde beni niçin insanlar hor görüyorlar, kimse bana niçin kızını vermiyor?
– Amir bin Veheb’in evine git ve “Resûlullah selamı var, kerimeni bana nikâhlamanı emretti” de.
Siyah yüzlü genç hemen adrestedir. Kızın yanında babaya selamı aynen tebliğ eder ve teklifi de açıkça anlatır.
– Babacığım, vahiy gelir de sonra seni mahcup eder. Ne biliyorsun bu olayı Rabbimin emretmediğini Efendimiz’in (sav) o emri tebliğ buyurmadığını Hemen git, Resûlullah’tan özür dile ve beni o gence nikâhla. Resûlullah’ın uygun bulduğunu ben de uygun bulurum.
Kızının ikazıyla mescide koşan baba özür diler:
– Söylediğinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. Demek ki doğruymuş. Kızımı verdim. Şu anda nikâhlısıdır.
Efendimizin gence emri:
– Git, evini hazırla, aile oturacak şekilde döşe.
– Benim ev döşeyecek tek dirhemim bile yok!..
– Öyle ise Ali’ye, Osman’a, Abdurrahman bin Avf’a git. Onlar sana ikişer yüz dirhem versinler.
Uçarcasına gider. Onların her biri, emredilenden fazla yardımda bulunurlar ve sıra çarşının yolunu tutmaya gelmiştir. Bir ev hazırlamak için gerekli para elde mevcut. Hele zevcesi, ümidinin de üstünde bir azizedir âdeta…
Çarşı yolunda hızla giderken kulağına bir ses gelir. Önce anlayamaz, duraklar ve nefesi kesilircesine dinler. Evet, evet yanlış anlamamıştır, doğrudur. Ses herkese ilan etmektedir:
– Ey kendini Allah’a asker bilen Müslümanlar!
Derhal atınıza binin, cihada yönelin. Ordu mescidin dışında beklemektedir. Siz böyle gün için varsınız dünyada! Düşman ani baskın yapacak!
Şimdi ne olacak.. Cihada mı gitsin, evlenmeye mi.. Yönünü hemen değiştirir, demirciler çarşısına gider. İlk işi bir kılıç, sonra bir zırh, daha sonra da bir at almak olur. Elindeki paranın hepsini de harcamıştır. Ama cihad için lazım olan silahını da tamamlamıştır…
Sıçradığı atının üzerinde kuş gibi uçar, bekleyen orduya toz duman içinde karışır.
– Bu genç, herhalde Bahreyn’den gelen biridir, derler. Ancak onun siyahlığını fark eden Resûlullah Aleyhisselam:
– Sen Saad mısın? buyurur.
– Evet, deyince de dua eder:
– Ceddine saadetler!..
Kumlu çöllerden geçilir, tozlu yollardan gidilir ve nihayet düşmanla müthiş bir savaş başlar… Herkes cesaretle ileri atılır. Ama içlerinden biri herkesten de cesaretle atılır; saldırdığı tarafın adamlarını sağa sola püskürtür. Neden sonra meydan sakinleşir, düşman kaçmış, müşrikler yok olmuşlardır. Şehitler tespit edilirken, bir ses:
– Allahü Ekber! Evlenmek üzere olan Saad da şehit!
Efendimiz (s.a.v.)onun cesedi başına gelir, mahzun şekilde bakar:
– Seni Havz-ı Kevserimin başında bekleyeceğim!
Bir hayret nidası daha:
– Allahü Ekber!
Sonra döner, oradakilere hitap eder:
– Kılıcını, mızrağını ve atını alın, kendisini gönüllü olarak isteyen kızcağıza verin. Babasına da deyin ki:
– Kızını vermekte tereddüt ettiğin siyah yüzlü gence Allahü Teâla cennet hurilerini lâyık gördü!
Ve hayret nidaları birbirini takip eder: – Allahü Ekber! Allahü Ekber!…
Rabbim bizede böyle iman nasip etsin inşallah…