Hayatın bir doğumhane ile bir gasilhane arasında geçen zaman olduğunu anlamamız, aslında çok zaman almıyor. Kaç kişi var ki bir cenaze merasimine katılmamış ya da birsevdiğinin bir yakınının tabutuna omuz vermemiş olsun. Kaçımız yaşlı gözlerle yeşil örtünün altındaki o dünyadan el ayak çekmiş kişinin arkasında bıraktığı gözü yaşlı insanlara şahit olmadık?
Bir cenaze arabası geçerken üstündeki tabuta merakla bakarım. Eğer kapalı ise daha defnedilmemiş taze ölü, beni bir çok karışık düşüncelerin ortasında bırakıverir, kim acaba, başındaki örtüye bakarım kadın mı erkek mi diye. Kadınsa kendime yakın hissederim, içimden merhametler ve acı yükselirken kaç yaşındaydı diye düşünmeden edemem. Psikolji bu sorunun bir anlamı olduğunu söylüyor; genç ise, ah gençmiş, yaşlıysa yaşlıymış diye avunurken, yaşının bize yakın olması bizi de ölüme daha yakın hissettirir diyor.Çocukları varmıydı, annesi ne halde, nasıl bir ölüm şekliyle öldü acaba, hasta mıydı, kaza ya mı uğradı düşüncesi benimeşgul eder.
Cenaze arabasını, kaybolana kadar gözümle takip eder, arkasından hızla bir fatiha yetiştirip üflemek için acele ederim. Nadiren olsa da haleti ruhiyeme göre görmezden gelirim, ölümü düşünmek bir anlığına da olsa ağzımın tadını yok eder. Belki de bu duygunun çok devam etmesinden mi korkarım, bilmiyorum.
Bir müddet sonra hayatın hay huyu beni bu düşüncelerden alır, yeniden yaşamın canlı bir parçası olmaya odaklar, çünkü yaşıyorum.
Bu hal her yeni bir cenaze arabası gördüğümde tekrar eder dururdu.
Ne zaman ki, cenaze benim kardeşim olana kadar.
O zaman işte ilk defa hep uzaktan baktığım yoğun bakımın içine girdim, bütün vücuduna bağlanmış bilumum tıbbi aletleri yakından inceledim. Ekrandaki bütün sayıların neleri gösterdiğini, hangi hayati değerlere karşılık geldiğini öğrendim. Uyutulan hastanın bizi uzaktan bir uğutlu şeklinde duyduğunu bildim. Her an yönünün değiştirildiğini, yaraların oluşmaması için gayret gösterildğini görmek beni inanılmaz üzdü. İnsan vücudu denen o makine durursa ne de çabuk bozuluyormuş, gördüm.
Birkaç günlük entübeden sonra, kardeşimin vefat haberi geldiğinde, oğlumun düğünü iki günlük olmuştu, gözyaşlarımız ve hüznümüz eşliğinde.
Gerçeklerle karşılaşıpta, kabulü o kadar kolay olmuyor. Cenaze bir gasilhaneye götürüldüğünde, insanın ayakları nasıl yerden kesilirmiş gördüm. Dünyadan başka bir alemdi orası. İnsan oğlunun gülümseyemediği alem, sıra sıra dizilmiş her bir tabutun içi dolu. Aman Allah’ım dedim içlerini açıp baksam dünyalarına muttali olur muyum?
Herbirine seslenmek istedim nereye gidiyorsunuz? Geridebıraktıklarınızın hüznüne şahit olsaydınz bu kadar sessiz kalırmıydınız, diye bağırmak geçti içimden. Bağıramadım. Sadece kardeşimin tabutunun başına gittim, ilk defa bir tabutu sevdim, öptüm. Haberi olmadı biliyorum ama ben teselli oldum.
Bekliyoruz. Çağıracaklar hadi sizin sıranız, yani sona bir adım kala. İçeri girdim gasilhaneye. Annem ve kardeşimin kızları varlar. Ağlamanın, bağırıp, çağırmanın, son pişmanlığın, hattahiçbir şeyin fayda etmediği son durak.
Ama ağlıyoruz. Öz ağlıyor, göz ağlıyor. İşte teneşirde yatıyor. Yıkanacak, öyle bakıyorum kızkardeşime. Döndürürken bakmayın dediler, ‘görülmekten hoşlanmazlar’. Yanımı döndüm. Annem başını yıkıyor, yeğenim ayaklarını. Ben dokunamıyorum, sadece bakıyorum. Başım dönüyor, bir sandalyeye oturdum. Ama görmeliyim, tekrar başına gittim.
Nasıl güzel, mütebesim. Su döküldükçe güzelleşti. Ne güzel cenaze dediler.
Kefen kelimesi beni darlar, bu defa bakıyorum. Ölçüp biçtiler, elleri ne kadar alışkın. Nasıl bir duygu gassal olmak acaba? Onlar da üzülüyorlar mı acep? Yoksa kanıksıyorlar mı?
İşte kefenlediler son kez yüzüne baktık hepimiz, yeni doğmuş bir kundaktaki bebek kadar güzel, masum ve mutmain. İtirazı yok, ahu enini yok, tahta atı geldi, bindirdiler.
Bir film izler gibi, bir rüya görür gibi, gerçek değilmiş gibi izliyoruz hepimiz. Bütün ritüeller eksiksiz arka arkaya hızla yapılırken, gerçeklik algımız yok oluyor. Hayal meyal bir dünyanın, rollerini yüklenmiş görevli elemanları gibiyiz. Yanındakilerin de itirazı yok yapılanlara.
“Cenaze kaldırmakta acele edin” Hadis-i Şerifi(Sahihi Buhari/cenaiz bahsi) motive ediyor. Yerine yerleşsin bir anönce diyorlar. İşte aldılar ve dünya yolculuğu ukbaya evriliyor. Artık omuzlarda da pek taşınmıyor cenazeler. Araba kapının önüne geliyor, son kez evinin önüne gidip eş-dostundan helallik alınacak.
Acele eden, koşturan, ağlayan, insanlar görüyorum. Ben de o grubun içinde bir arabaya biniyorrum. Gözyaşlarımız isyansız, itirazsız elbiselerimizi, yerleri ıslatıyor. Sarılıyoruz birileri ile işte şimdi son kez vedalaşacağız.
İmam iniyor arabadan, duadan sonra “Hakkınızı helal eder misiz?” diyor
Kıyamet kopuyor. İşte gerçek beton gibi çarpıyo yüzümüze. Hayatın bütün özeti avuçlarımıza konuyor, sırtımıza biniyor, ruhumuzda dolaşıyor. Candan, gönülden, affedilmesini umarak, sevgi ve şimdiden özlemimizi belirtircesine ağzımızdan bir feryat gibi değilde bir ağıt gibi çıkıyor kelimeler. “Evet, binlerce evet, ne güzel evlat, anne, eş, kardeş, komşuydun. Sen bizi hiç incitmedin. Rabbim de incitmesin. Sen cömerttin, ikramı severdin, sevgi ve merhamet doluydun. Rabbim de sana öyle davransın”
Ağız birliği etmişçesine aynı cümleler.
Çare yok gidiyor.
İşte mezarlık. Ah son durak. “Hor bakma sen toprağa, toprekta neler yatar...”
Yeni kazılmış üç kabir, ilkine kardeşim kondu. Nasıl aciziz Allah’ım.
Hani biz güçlüydük, hani ayakta kalma mücadelemiz vardı hep. Hani ölmek istemez hastalıktan korkardık. Hani dünya güzeldi. Hani hanlarımız, hamamlarımız, dostlarımız vardı.
Herşey bitti. Son kez üzerine konan çiçeklere baktım . Evlendirdiği yetimler getirmiş dikmişler.
“Güzel insanlar güzel atlara binip gidiyorlarmış” gerçekten. Ölüm de asla bir son değil yeni bir dünyaya merhaba demenin adıymış.
Yeryüzünde yaşayan her canlı böyle bir sonun namzediymiş, öyle dediler.
Bir kez daha, bin kez daha inandım, elhamdülillah. Elbet buluşacağız.
Rabbimize emanet ettik. “Bizden selam olsun evvel giden ahbaba”