İyi ki Ak Parti kapatılmamış, iyi ki araba yoldan çıkmamış; iktidar partisi ölümün eşiğinden döndü diye eli kalem tutanımız, ağzı lâf yapanımız, hepimiz-hepiniz Ak Parti'ye yol gösteriyoruz. Ya bir de araba devrilse, yani Ak Parti kapatılsaydı?
Bunu yapmak -elbette- herkesin, hepimizin hakkı... Demokrasilerde siyasî partiler ülkeyi yönetme görevini üstlenir, yasama organını çalıştırıp yasa çıkarır, kurduğu hükümetle kısa ve uzun vadeli politikalar üretirler. Bütün bu faaliyetler eli kalem tutan, ağzı lâf yapanların denetimine açıktır; kimi eleştirir bu faaliyetleri, kimi de akıl vererek yanlışa düşmeyi engellemeye çalışır.
Türkiye bu çok-sesliliği sürdürmeyi de zaman içerisinde öğrendi.
Geçmişte eli kalem tutanlar, ağzı lâf yapanlar muhalefeti de ihmal etmezlerdi. Hatırlayın, bir ara, CHP lideri Deniz Baykal, iktidar dururken kendilerine akıl verilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmeye başlamıştı. O zaman kendisini uyarmış mıydım, hatırlamıyorum, fakat şimdi de geç kalmış sayılmam: Bir siyasi partiye akıl verenlerin fazla olması o parti için hayatiyet belirtisidir; temsili demokrasilerde ülke gündeminden düşmüş, kimsenin kendisi için düşünüp fikir üretmediği bir partiye, ancak acınır.
Görebildiğim kadarıyla, kapatma davası kapatmamayla sonuçlandığından buyana, ana muhalefet partisi böyle bir durumda. CHP'ye kayıtlı, vaktiyle saflarında politika yapmaya heveslenmiş yazarlar bile partilerini bir tarafa bırakmış, iyi-kötü, hafif-sert, gönüllerinden nasıl geçiyorsa, iktidar partisi için kalem oynatıyorlar. Sayıları hiç de az olmadığı bilinen CHP'li kalemler bile CHP'den umutlarını kesmişe benziyorlar.
Dün de yazdım, Ak Parti ve hükümeti, iktidara gelmesinin üzerinden geçen şu beş küsur yıl içerisinde, medya ile sağlıklı bir iletişim tarzı bulamadı. Çoğunlukla medya ve mensupları yokmuş gibi davranıyor Ak Partililer, hafif eleştirileri önemsemiyor, kendileri için üretilen fikirlere pek kulak asmıyor, eleştiriler şiddetlendiğinde ise -hele bir de eleştiriler gerçekten haksız türden ise- bundan medyayı umursamaz tutumları için gerekçe çıkarıyorlar.
Bunun sağlıklı bir iletişim biçimi olmadığı meydanda.
Medyada köşeleri tutmuş bağnaz ve saplantılı tipler hayli fazla; sadece bugünkü Ak Parti iktidarına değil, geçmişte iktidar olmuş CHP-dışındaki ne kadar parti varsa hepsine kök söktüren, icraat yaptırmayan tipler bunlar... Adnan Menderes'i hiç sevmemişlerdi, asılmasına üzülmediler bile... Turgut Özal'ın oturduğu başbakanlık koltuğunu iğneli fıçıya döndürdüler, Cumhurbaşkanlığı'na geçince Çankaya Köşkü'nü kendisine haram ettiler... Hadi Süleyman Demirel'i, Bülent Ecevit'i sevseler bari; hayır, 28 Şubat mimarlığına soyunana kadar Demirel'in de hareket alanı aynı tipler tarafından sınırlandı. Ecevit'in bu tipler tarafından nasıl aşağılanarak iktidardan edildiği ise belleklerimizde taze.
Ak Parti'nin medyaya karşı umursamaz tutumu parti kadrolarının bu geçmişi yakından izlemiş insanlardan oluşmasından kaynaklanıyor. Samimi olduğuna inandıkları yazarları okuyor, çarpıtmaya dayanmayan fikirleri dinliyor, ama ne yaparlarsa yapsınlar yaranamayacaklarını bildikleri tiplere kulaklarını ve gözlerini tıkıyorlar. Sözün kısası, Ak Parti'nin medyaya davranış tarzı tepkisel ve medyada taşlar yerinden oynamadıkça kolayca değişeceğe de benzemiyor.
Pek çok yazar ve yorumcu boşuna çabalıyor, nafile nefes tüketiyor... Keşke böyle olmasaydı, keşke herkesi aynı dikkatle okusa ve dinleseydi Ak Parti kadrosu... Aklı başında tavsiyelerin bir bölümü ile garezle yazılmış yazıların satır aralarında yatan gerçekler boşa gitmemiş olurdu.
Yeni dönemde yeni bir medyayla ilişkiler düzeni kurması da gerekiyor Ak Parti ve hükümetin; ancak ondan önce medyanın siyasetle hastalıksız yeni bir ilişki söylemi aramasına ihtiyaç var galiba.