Erzurum, Erzincan, Ankara hattında yargı savaşları devam ederken, 17 Şubat 2010 Çarşamba günü Ayşenur Arslan CNN Türk’teki “Medya Mahallesi” programında Taraf Gazetesi yazarı Amberin Zaman’ı konuk etti. Türkiye’de olup bitenleri İstanbul’dan izleyen ve dünyaca ünlü The Economist dergisi aracığıyla tüm dünyaya duyuran Zaman’ın anlattıklarını önemsemek gerekiyor.
Batı başkentlerinde Türkiye’ye dair yazılanlar bizim ülkemizde hep dikkatle izlenmiştir. Hele bir şeye inanmak, bir şeyi önemsemek için “batı referansı” aramak gibi takıntıları olanlar için, dış basında Türkiye ile ilgili yazılanlar çok mühimdir.
Söyleşinin sonunda Ayşenur Arslan, tecrübeli bir haberci olduğunu Amberin Zaman’a yönelttiği soruyla da gösterdi: “The Economist’ten arasalar, acilen, Türkiye’nin bugünkü siyasi durumunu özetleyen bir yazı yazmanızı isteseler, başlığını nasıl atardınız?"
Taraf yazarı, The Economist temsilcisi konuk durumu, “Hava Puslu” kelimeleri ile özetledi. Zaman’ın Taraf’taki 12 Şubat 2010 tarihli yazısında önemli detaylar ve tespitler vardı:
“Son günlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ sessizliğini bozup Hürriyet’ten başlayarak merkez basına ‘on the record’ mülakatlar vermeye başladı. Bunun ikinci örneği dün Genelkurmay karargâhında beş saat geçirerek ‘rekor kıran’ Habertürk gazetesiydi.
Her iki mülakatı ilgiyle okudum. Ben de bir aya yakın süredir The Economist dergisi için TSK’yı irdeleyen bir makale hazırlıyordum. Bu kapsamda Başbuğ hakkında da mümkün mertebe bilgi edinmeye çalıştım zira ana haberin yanında onun da bir portresine yer verecektim. Yazı tam bağlanmıştı ve yayımlanmak üzereydi ki Yunanistan’dan bir gol yedim. Yunanistan’daki finansal krizin etkileri iyice büyüyüp taşınca TSK ikinci plana itildi. Üç sayfalık yazım iki sayfaya düştü, Başbuğ portresi de uçup gitti.”
Amberin Zaman, “Başbuğ ile ilgili yazdıklarım Türk okuyucusuna ilginç gelmeyebilirdi” hatırlatmasını yaptıktan sonra, hiç değilse Taraf okuyucuları mahrum olmasınlar diye düşünmüş olmalı ki, İlker Başbuğ ile ilgili tespitlerini paylaşmış okuyucularıyla:
“Başkanlığı’na atandığında kendisi ile ilgili başta Tempo dergisinde olmak üzere birçok yazı çıkmıştı zaten. Ne var ki bu araştırmam esnasında Başbuğ kimdir, nasıldır sorusuna ufak da olsa ışık tutan bazı detaylara ulaştım. Ve eğer yanılmıyorsam öyle çok ‘müthiş’ bilgiler olmasa dahi bunlar başka yerde yayımlanmadı. Bu izlenimler ve bilgilerin bir kısmını kendisini tanıyan yabancı diplomat ve askerlerden edindim.
Karşıma çıkan tabloda Başbuğ darbelere alerjisi olan, okumaya acayip meraklı, zeki, entelektüel ve mütevazı bir figür olarak çıktı. Trabzon’daki çıkışı, LAW silahını eline alırken yaptığı konuşma ve en son Balyoz’a cevaben verdiği demeç, kullandığı üslup ve vücut dilinin demokrasi kültürüne sığacak pek bir yanı yoktu. Bu çıkışları alt kademeyi sakinleştirmek için mi yaptı, gerçek düşünceleri böyle mi bilemem. Ama bana aktarılan haliyle Başbuğ’un önce sıraladığım karelerdeki haliyle çok fazla örtüşmüyor. Gerçi Fatih Altaylı’yla yaptığı röportajda da bir ara öfkelenmiş. Bazı cümleleri TSK’dan hesap sorulamaz edasıyla kurmuş. Hoş değildi. Demek ki asabi, hatta duygusal bir yanı var. Neyse herhangi bir yorum katmadan ve herhangi bir mantık veya önem sırasına yerleştirmeden işte öğrendiklerim:
Başbuğ TSK’daki subayların eğitimini ve genel anlamda kalitesini yükseltmeye yönelik çok kapsamlı çalışmalar başlatmış.
Başbuğ’a göre bir subayın barındırması gereken temel ögelerden biri ‘şövalyelik’ ruhu.
Felsefeye çok düşkün olan Başbuğ daha Genelkurmay Başkanı olmadan Harp Akademileri müfredatına felsefe dersini koydurmaya başaran komutan.
Başbuğ Amerikan ekolünden ziyade İngiliz askerî eğitim sistemine hayranlık duyuyor. Sandhurst’te Birleşik Krallık subaylarına verilen askerî eğitimi yakından incelemiş. Subay adaylarında aranan baslıca özellikler arasında ‘mizah anlayışına’ sahip olma özelliği var. Başbuğ şaka anlayışının Türk subaylarına da aşılanmasını istiyor.
Özel sohbetlerde de zaten bayağı şakacı biriymiş. Kamuya yansıyan sert mizacının gizlediği oldukça muzip bir yanı var.
Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Başbakan Erdoğan ile haftalık olağan görüşmeleri başlatma fikri kendisinden gelmiş. Erdoğan ile diyalogu iyiymiş. Aralarında şakalaşıyorlarmış.
TSK’nın ‘din düşmanı’ olduğuna yönelik suçlamalardan son derece rahatsız. TSK’nın imajında bir ‘dalgalanma’ olduğunu kabul ediyor. Halkın ‘tüm değerlerine’ saygılı olunması gerektiğini vurguluyor. ‘İnsan odaklı’ bakışı benimsiyor. Geçtiğimiz Zafer Bayramı kutlamalarında TSK’nın yurt çapında astığı afişlerde başörtülü bir hanımın da bulunması Başbuğ’un fikri.
Özel sohbetlerde Türkiye’nin hızla değiştiğini, Türk toplumunun artık daha sorgulayıcı daha bilinçli olduğunu teslim ediyor. TSK’nın da değişime ayak uydurması gerektiğini vurguluyor.
Sosyal hayatta da ilginç ve nazik bir konuk.
Diplomatik davetlerde, okuduğu kitaplardan ve felsefeden bahsetmeyi çok seviyor. Roman okumuyor (keşke okusaymış). Son günlerde beğendiği kitaplar arasında Howard Gardener’ın Five Minds For The Future, ve Belma Akçura’nın Devletin Kürt Filmi var. Karargâhtaki ofisinde Türkiye’ye eleştirisel bakan (örneğin PKK’yı inceleyen Aliza Marcus’un Blood and Belief adlı çalışması gibi) eserler de görülmüş.
İnanılması güç gelebilir ama eleştiriye açık biriymiş. Ordunun kullandığı dilin daha modern daha ‘cool’ olması gerektiği fikrine katılıyor. Farklı görüşleri de merak eden biri. Kara Kuvvetleri Komutanı’yken kendisi de general olan eski Bangladeş Büyükelçisi’ne, Bangladeş’in kuzeyinde uzun yıllar orduyla savaşan ‘Çakmalar’ diye bilinen bölücü azınlık grubuyla nasıl barış sağlandığını sormuş uzun uzun. (Onlarla masaya oturuldu).
Kürt meselesine bakışı biliniyor. Fikret Bila’nın Komutanlar Cephesi kitabında hepsi var. Özetleyecek olursak Kürt sorunu sadece silahlarla çözülemez diyen ilk generallerden biri. Kolektif anayasal haklara karşı çıkıyor: Kürtlere kültürel özerklik verilsin ama bireysel hürriyetler düzeyinde kalsın.
Son günlerde verdiği mülakatlara da bakılırsa gerçekten basına en açık komutanlar arasında diyebiliriz (Sözde dinci bir takım basın yayın organlarını Genelkurmay’a akredite etmesi de bunun örneğini teşkil ediyor) Gerçi TSK da hiç bir zaman bu kadar kendisini savunma pozisyonuna düşmemişti.
Son olarak İlker Başbuğ ailesine düşkün ama ilk çocuğu olan kızı denince akan sular duruyor. Ha, bir de Harp Akademisi’nden sıra arkadaşlarından birine göre ‘hiç kopya vermiyordu’.”
Amberin Zaman’ın penceresinden böyle görünüyor İlker Başbuğ. Yunanistan’daki finansal kriz haberleri son dakikada gidip sayfaları daraltmasaymış bu bilgileri dünya başkentlerinde Türkiye merakı olan herkes okumuş olacaktı.
The Economist okuyucusu okuyamadı bu notları. Benim ise bu tespitleri sadece Taraf okuyucularının bilmesine gönlüm razı olmadı.