Hangi kan daha değerli?

xxxx111

Peşinden koşarak elde etmediğim, kendi gelen bilgilere karşı doğal tepkim ilgisizliktir. Olağanüstü ses getiren siyasi suikastları becermiş bir tetikçiden gelen mektubu çekmecede unutulmaya terk etmişliğim vardır...

Buna karşılık, aynı tetikçinin mektubunu günlerce tefrika eden 'yazarlar' da tanıyorum...

Yedi yıl önce bir suikastta hayatını kaybeden Üzeyir Garih'i öldürmekten mahkum Yener Yermez bana bir mektup gönderdi. Çekmeceye atmak yerine gazeteye manşet yaptıysak bir sebebi var: Bir merakımızı gidermeye yarayabilir o mektup...

Türkiye 1990 yılı başından başlayarak bir dizi siyasi cinayete sahne oldu; Prof. Muammer Aksoy'dan Hırant Dink'e kadar pekçok aydın tetikçilere kurban gitti. Herbirinin ardından ülke karıştı, insanlar sokaklara taştı, hınçlar arttı. Hemen her suikasttan sonra birileri “İşte tetikçiler” diye yakalandı, yargılandı ve mahkum edildi. Ancak, hemen hiçbir yargılama öldürülen kişinin ailesini tatmin etmedi. Yine hemen hiçbiri, “Adalet yerini buldu, eşimin/babamın/kardeşimin tetikçisi mahkum oldu” diyemiyor...

Diyemiyorlar, ama yakınlarını öldürdüğü iddiasıyla yargılanıp mahkum edilmiş kişilerin cezaevlerinde çürümelerine de ses çıkarmıyorlar...

İnsan, hiç değilse “Yanlış adamı câni diye yatırmayın” demez mi? Demiyorlar işte...

Bana mektup gönderen Yener Yermez'in “Yaklaşık 8 yıldır işlememiş olduğum bir suçun cezasını ben burada, ailem dışarıda çekmektedir” cümlesi ile “Rahmetli iş adamı Üzeyir Garih'in yakın arkadaşı Doğan Kasadolu'nun 8 yıl sonra bildiklerimi anlatacağım diyerek basına demeç vermesi ve bunu adı geçen terör örgütü Ergenekon ile ilişkilendirmesi tüm bunlar olurken Garih ailesinden hiç kimsenin konuşmaması da düşündürücüdür” açıklaması beni yazdıklarına kulak vermeye sevk etti.

Gazetede haberleştirileceği için mektubun bütününü ele alacak değilim. Yener Yermez'in kaleminden çıktığı ilgililer tarafından teyit edildiği için yazılanları bir mahkumun kendisini kurtarmaya çabalaması sayabilirsiniz; 'geç gelen itiraflar' sayabileceğiniz gibi...

Şimdilerde Yeni Şafak'ta çıkanlara iyi kulak verdiği anlaşılan Yener Yermez keşke bu ilgisini yakalandığı ve yargılandığı dönemde burada yazdıklarımıza da gösterseydi. Sanıyorum yedi yıl sonunda değil, işin en başında kendisini doğru bir çizgiye konuşlandırabilirdi...

Üzeyir Garih cinayetinde dosyanın yeniden açılmasını gerektirebilecek iki önemli gelişme yaşanıyor: İlki, suikasta uğrayan işadamının mesai arkadaşı da olan Doğan Kasadolu'nun cinayet işlendiği gün Üzeyir Bey'in torununun polis giysili bir grup tarafından kaçırıldığı iddiasıdır. Kaçıranlar 14 yaşındaki çocuk için fidye istemiş ve verilmediği takdirde cinayetin onun tarafından işlendiğini söyleyeceklerini bildirmişler...

İkinci gelişme de bugün Yeni Şafak'ta okuduğunuz Yener Yermez'in kendi el yazısıyla gönderdiği mektupta anlattıklarıdır. Şu satırlar önemli bir itiraf sayılabilir: “Bana cinayeti üstlenmem karşılığı vaad edilen miktar 1 milyon 500 bin dolar olup, kabul etmediğim takdirde ölümle tehdit edildim. Gerek ailemi gerekse kendi güvenliğimi düşünerek cinayeti üstlenmek zorunda bırakıldım. Başka da çarem yoktu.”

Elbette yargılanmış ve mahkum edilmiş biri tarafından yazılan her itirafnamenin gerçeği yansıtacağını kabul edemeyiz; genellikle bunun tersi doğrudur. Ancak eşini, babalarını, canları kadar sevdikleri kardeş ve işortaklarını kuşkulu şartlarda kaybetmiş bu kadar insanın suskunluğuna ne diyeceğiz? Bu insanlar neden konuşmaz, bildiklerini neden paylaşmaz?

Alarko Holding'in iki patronundan biriydi Üzeyir Garih ve Musevi olmasına rağmen muhafazakâr kesime yakındı. Bu sebeple yolunun kamuoyunun adlarını bir başka vesileyle öğrendiği bazı tiplerle kesişmiş olması yadırganmamalı. Yener Yermez'in yazdığı Garih'in örgüte sürekli para ödediği iddiası Doğan Kasadolu tarafından da ileri sürülmüştü. “Ödemeleri durdurduğu için öldürüldüğü” iddiasının birbirinden çok farklı iki tanığı onlar...

Cinayet Eyüp'te Müslüman mezarlığında işlenmişti. Mezarlıklar karanlık işler için buluşma mekânlarıdır. “Neden oradaydı?” sorusuna verilen cevapların hepsi birbirinden tuhaftı. En akla yakın görüneni hatırlatayım: Çoktan vefat etmiş bir 'Müslüman mürşid'e bağlılığı sebebiyle orada bulunduğu iddia edilmişti Musevi işadamının...

Suikasta kurban giden bir insanın kanının yerde kalmaması için katilinin yakalanması, yargılanıp cezasını çekmesi şart. İşlemediği bir cinayet yüzünden cezaevinde çürüyen bir insanın kanı daha az mı değerli?

Bunun üzerinde düşünülsün isterim.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.