Kelimelerdir zihni dünyamızı ören, kelimelerdir düşünce okyanusumuzu dolduran. Bir kelime söylendiği anda yüzlerce hadiseyi, yüzlerce imgeyi getiriverir gözümüzün önüne. Bu nedenle bilhassa siyasi ve dini konularda konuşurken kırk düşünüp bir söylemek gerek. Aksi halde dünyamız, bazen de –maazallah- ahiretimiz heba olup gider.
Son yıllarda siyasi konular tartışılırken aydınlar akademisyenler -dinleyenler görüşlerine daha fazla değer versin diye olsa gerek- bu sıfatlarını çok sık kullanıyorlar. Bundan dolayı bu yazımda, Aydın, Münevver, Akademisyen, entelektüel…gibi kelemleri biraz açmak istiyorum.
Tanzimat’la Başladı Batılılaşma
Resmi olarak Tanzimat’tan beri Batı ya karşı birçok alanda (siyasi, askeri, ilmi, ekonomik…) yenilgiyi kabul etmiş bir devletin mensuplarıyız. Devlet derken de millet adına ülkeyi yönetenleri kast ediyorum. Cumhuriyete kadar bu yöneticiler saraydı, sultandı, vezirdi, meşrutiyet meclisleriydi, ittihatçılardı… Abdülmecit’ti, Mustafa Reşit Paşaydı, Enver paşaydı… Cumhuriyetten sonrada mevki ve söz sahibi olan herkes. Bunlar yönetici kesim. Birde Okuyan, yazan, düşünen, düşündüklerini halka aktaran, gazetelerde köşe, kitapçılarda kitapları olanlar var. O dönemden beri ülkemizde Batı ve ona ait değerler bilhassa kaymak tabaka arasında baş tacı edilmiş kurtuluşumuzun tek çaresi olarak takdim edilmiştir.
O günden bu güne Batı, çok büyük yanlışlar yaptı. En basiti 1. Ve 2. Dünya savaşlarını çıkararak 60 milyona yakın insanın ölümüne sebep oldu. Irkçı ve emperyalist düşüncesi tüm dünyayı çıkmaza sürükledi. Lüks hayat, israf ve tüketim çılgınlığı sadece bedenleri değil ruhları da mahvetti. Tüm bu yanlışlara rağmen batı, elinde bulundurduğu büyük maddi, medya ve bilimsel gücün tesiri ile hala revaçta, hala dünyanın önemli, bir kesimi tarafından bir numara. “Hamuru bozuk olana ilim ve fen öğretmek yol kesicinin eline kılıç vermekten de beter…” diyen Mevlana’nın bu sözü ne kadarda haklıymış. İnsanı, evreni, Allah’ı, ahireti, sonsuzluğu… Iskalayan batının, dünyanın dümenine geçtiği günden beri yaşanan olumsuzluklar, yıkımlar, katliamlar, savaşlar dünyamızı ve insanlığı harap etti.
AYDINLAR MÜNEVVER OLMADIKÇA
İşte bu batının Doğuya vurduğu zehirli hançerlerin en büyüğü kendi dışında kalan kültürlere kendilerini unutturmak olmuştur. Bunu da en başta lisanla, lügatle, kelimeyle yapmıştır. Bu yazıda bu duruma bir misal olmak üzere Müslümanların, Osmanlıların “nurlanmış, aydınlanmış, ışığı elde etmiş anlamalarına havi Münevver kelimesinin atılarak onun yerine bazen entelektüel, bazen aydın bazen de akademisyen kelimelerinin kullanılmasını örneklendireceğiz
“…Münevver dediğimiz insan, etik ve kültürel değerlere, tarihî referanslara, analitik düşünce yapısına, gözlem ve bilimsel tahlil yeteneğine, olaylar ve sosyal gelişmeler karşısında aktif tavır alan bir kişiliğe ve nihayet sevgi, adalet ve paylaşım duygusuna sahip olan varlık… Mükemmeliyetçi ve estetik tutkusu olan kişi…” Aydın kelimesi bütün bu vasıfları anlatıyor mu? Münevver, ötelere uzanan çağrışımlarla yüklü bir kelime, Nûr kökeninden geldiği görülür.. Kuran-ı Kerimde NûrSuresinde geçen 35. âyeti hatırlatır: ”Allah Göklerin ve Yerin Nûrudur.” Bu durumda münevver kelimesi daha derin bir anlam kazanıyor, metafizik ürpertilerle yoğunlaşan bir anlam..."
Batıyı her alanda (bilim, sanat, ekonomi, ahlak, devlet nizamı...) rakipsiz ve önder kabul eden insanlara Aydın diyebiliriz lakin münevver asla. Günümüzde birçok alanda söz sahibi olan insanların ve grupların batılı değer yargılarını tartışmasız kabul etmeleri ve bu değerlere karşı İslami ve doğulu değerleri katiyen alternatif ve rakip görmemeleri ülkemiz için çok büyük kayıp. Çünkü aydın olmanın, münevver olmanın, entelektüel olmanın olmazsa olmazı, insanın ilkönce kendini, ailesini, milletini, kültürünü ve ona ait değerleri bilmesi tanımasıdır. İslam’ı ona ait bilgileri bilmeyen, Türk kültüründen ve Türk tarihinden bihaber insanların batıyı kutsaması çok ama çok normal bir şeydir. Tarihimizi batılıların gözüyle okursak, dinimizi batılıların yazdıkları kitaplardan öğrenirsek, Osmanlıdan, Selçukludan, Kara hanlıdan, Abbasî’den daha çok Fransa tarihini, alman tarihini, İngiliz tarihini bilirsek varacağımız nokta tamda bu günkü noktadır.
Bu durumu anlatan güzel bir anekdotla bitireyim yazımı: Bir aydınla bir münevver tartışıyordu. Tartışma çok uzadı. Herkes kendi görüşünde direniyor, karşı tarafın görüşüne zırnık değer vermiyordu. Batıyı kutsayan Aydın tartışmayı bitirmek için kurnazca bir soru sordu karşısındaki münevvere;” Dostum!” dedi sen Batı klasikleri okudun mu? Münevver “hayır” dedi. Yani sen Victor Hugo’yu, Shakespare, Balzacı, Kafkayı, Dostoveski’yi okumadın öylemi? Evet okumadım dedi münevver. Batı tarihinden, batı müziğinden, batı sanatından da bihabersin o zaman . “Maalesef öyle” dedi Münevver. “O zaman” dedi aydın “ben senle neyi tartışayım? Son darbeyi indirdiğini sanan Aydın keyifle arkasına yaslanırken bu sefer münevver ona sordu. “Dostum senin adın ne ?” “Ahmet” dedi aydın. “Ülken neresi?” “Türkiye” “Ana dilin” “Türkçe” “O zaman şimdi ben sana soruyorum: Kültürlerin ana damarlarından biri de dindir. Sende Müslümansın, kendini ve kültürünü tanıman gerekir Kuranın tefsirini baştan sona hiç okudun mu?” “Hayır!” dedi Aydın. “Dinin ana kaynaklarından ikincisi 6 hadis kitabıdır Bunlardan herhangi birini baştan sona okudun mu?” “ Hayır! Hadis de ne demek anlamadım” “Pekiyi doğu klasiklerinden Mesneviyi, Bostan ve Gülistanı , Şahnameyi, Tutinameyi Delile ve Dimneyi, Mantkuttayrı, Kutadgubiligi… okudun mu…?” “Hayır” dedi aydın. “O zaman” dedi münevver “kendini bilmeden, sana ait olanı tanımadan, seni sen yapan değerlerden bihaber nasıl yelken açıyorsun meçhul sulara?”
Keşke aydınlarımız önce kendilerini, kendilerine, milletlerine, tarihlerine, kültürlerine ait olanı tanısalar. Yani nurlansalar. Sonra ister batıcı olsunlar ister kuzeyci, ister güneyci fark etmez. Çünkü kendini bilen Allah’ı dolayısı ile gerçeği daha iyi bilir.