İçinde bulunduğumuz çağ ‘bilgi ve iletişim çağı’ yani ‘enformasyon çağı’ olarak tanımlanabilir.
Bilgiye ulaşmak oldukça kolay ve hatta bir bilgi bombardımanından bahsetmek mümkün.
Bu yüzdendir ki günümüz insanını bir hayli şanslı saymak gerekir.
Fakat bu bilgilerin isabetli değerlendirilmesi ya da doğru yere konulması açısından ise şanssız da olabilir. Hatta bu bombardıman, çarpıtma, yanlış bilgi, gerçekleri yanlış kurgulama yüzünden bazen şans dediğimiz şey dezavantaja bile dönüşebilmektedir.
Roosevelt’in: ‘Siyasette olan şey tesadüfi olmaz. Eğer bir şey vuku buluyorsa, emin olunuz ki, bu şekilde planlandığı içindir’ sözü gerek günümüz, gerek tarihteki olaylar için bize iyi bir açıklama getirmektedir.
Günümüz dünyasına kısa bir göz atacak olursak, şu değerlendirmeler yapılabilir.
- Fransız İhtilali’ne kadar savaşlar din adına yapıldı
- Sonra milliyetçilik adına yapılmaya başlandı (AB fikri doğdu)
- 2. Dünya Harbi sonrası Batı yeniden kalkındı
- Komünizm çöktü, çift kutupluluk kendini tek kutba terketti
- Doğu-Batı çekişmesi yerini Kuzey-Güney çekişmesine bıraktı (G7- 3.Dünya)
- Dinin afyon olduğu tezi işlendi, fakat tutmadı
- Rusya’da bölünmede hıristiyan ülkelere gösterilen müsahama müslüman ülkelere gösterilmedi
- Batı’nın ikiyüzlülüğü münasebetiyle, Bosna’da 300 bin insan hayatını kaybetti
- Önce Afganistan işgal edildi, Irak tarumar oldu
- Gazze’nin durumu içler acısı
- Sudan’la başlayıp, Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ile devam eden ve nerede, nasıl duracağı henüz kestirilemeyen olaylar patlak verdi (Ukrayna’nın durumu da gözler önünde)
- Sıra tekrar din savaşlarına gelmiş gibi görünüyor.
Bütün bunlar yeryüzünde devam eden mücadelenin aslında iki temel görüş ekseninde devam ettiğini apaçık göstermektedir.
- Hakkı üstün tutan, gücün kaynağını hakta bulan görüş
- Gücü üstün tutup, Hakkın kaynağını güçte bulan görüş
Müslümalık nimetine gark olmuş insanlar olarak ne kadar hamdetsek azdır.
Cenab-ı Hak kemal sıfatıyla kainatı, buna istinaden de insanı eşrefi mahluk olarak yaratmış ve kendisini benzersiz meziyetlerle bezemiştir.
Müslümanlığın temeli şefkat ve sevgidir. Kitabımız Kur’an’ın besmele ile başlaması, peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) alemlere rahmet olarak gönderilmesi, hangi inanca mensub olursa olsun, masum insanların ezilmesine ve sömürülmesine temelden ve kesinlikle karşı olması, bunun en açık göstergesidir.
Tarih bunun şahididir.
İyi bir insan olabilmek ve dünya imtihanını kazanmak için çalışmak, doğrunun, iyinin, güzelin, faydalının ve adaletin insanlığı kuşatmasına gayret etmek gerekir. İnsanlığın Saadet’i bununla mümkündür.
İşte bu, Hakk’ı (şarta bağlı olarak değişmeyen ve mutlak olarak her durumda doğru olanı) üstün tutan görüştür.
Kaynağı şu dört grupta toplanabilir.
- İnsanın doğuştan gelen hakları (yaşama, neslin, ırz ve namusun, mülkiyet, aklın ve inancın korunması) ki temel insan hakları
- Emek karşılığı doğan haklar
- Karşılıklı razaya dayalı anlaşmalardan doğan haklar ve
- Adalet gereği doğan haklar
Buna mukabil batılın (güç eksenli anlayışın) kaynaklarını da dört grupta toplamak mümkündür.
- Kaba kuvvet
- Çoğunluk
- Menfaat (çıkar) ve
- İmtiyaz (ayrıcalık) dır.
Batı’da hukuk, güçlünün hakkını korumak ve çıkarlarına hizmet için vardır. BM bunun en bariz örneğidir.
Farklı isimler altında bizlere sunulmaya çalışılsa da aslında mücadele bu iki eksende sürüp gitmektedir. Tarih her iki görüşün de diğerine üstün geldiği zaman dilimlerine şahitlik yapmıştır.
Yukarıda ifade edilen, kan ve gözyaşına sebep olan olayların tekerrünü önlemek ve hakça bir düzenin kurulmasını temin etmek için, üzerimize düşen görevlerin şuuruna varmak zorunda olduğumuzu ifade etmek boynumuzun borcudur.
Aslolan, insanın bu zorlu mücadelede hangi safta ve tarafta yer aldığıdır.