Bir
-Hakikatin ne olduğunu bilen var mı?
-Hakk’ın yanında olan hakikatin ne olduğunu bilir.
-Biri bana hakikatin ne olduğunu söylesin.
-Söylemek ne kelime, haykırsın en gür sesiyle…
-Hakikat hiç bu kadar suspus olmamıştı.
-Hakikat hiç bu kadar yalnız kalmamıştı.
-Hakikat hiç bu kadar sahipsiz kalmamıştı.
-Hakikat hiç bu kadar talan edilmemişti.
-Hakikat hiç bu kadar kökünden koparılmamıştı.
-Hakk’ın yanında olan hakikatin ne olduğunu bilir.
-Biri bana hakikatin ne olduğun söylesin.
-Öyle günlerden geçiyoruz ki helakimize ramak kaldı.
İki
-Öyle bir gündem var ki karşımızda her saniye yeni, gayrımeşru, tahrif edilmiş bilgilerle tazelenen…
-Bu gündemin gözümüzün önünden ve zihnimizin içinden hıphızlı bir şekilde akıp gitmesi için herkes kürek çekiyor.
-Hakikatin gözlerden kaçması, zihinleri bulandırmaması isteniyor.
-Gülen’in hakikatini kendisi ve en yakınındakiler bilmez mi?
-Erdoğan’ın hakikatini kendisi ve en yakınındakiler bilmez mi?
-Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin, Kamalak’ın hakikati nedir? Bir Allah’ın kulu çıkıp da sormaz mı?
-Mensupları, bağlıları, birinci –hadi bir daha ekleyelim- ikinci halkada olanlar, onlar neden bilmezler mi hakikatin ne olduğunu ya da bilirler de söylemezler mi?
-Oysa liderinizin hakikatini bilmek, kendi gerçeğinize de ulaştırır insanı.
-Bana karşı cephenin ne söylediği lazım değil, benim için senin söylediğin önemli? Sen nasıl görüyorsun, nasıl biliyorsun, liderinin ve dolayısıyla kendinin hakikatini?
-Eeee, kem küm…ham hum…
-Bizde lidere kayıtsız şartsız bağlılık ve itaat vardır.
-Bir de…söylemesi ayıp, biz birazcık dünyevileştik!..
-Bizim davamız mana idi, maddeye dönüştü, ete kemiğe büründü.
-Bize çeşitli imkanlar, konforlar, imtiyazlar, iltifatlar, zevkler verildi.
-Sizin iddianız yeryüzünde Allah’ın halifesi olmak değil miydi? Hakk’ın ve hakikatin tanıkları olmak değil miydi?
-Ama biz köylü çocuklarıyız. Hayatımızda ilk defa rütbe, mevki, makam, itibar görüyoruz.
-Bizim dedelerimiz askerde onbaşı oldukları için iftihar ediyorlardı. Çavuş olduklarında köye kök söktürüyorlardı.
-Oysa şimdi biz müdür olduk, genel müdür olduk, hakim olduk, savcı olduk, müşavir olduk, müsteşar olduk, bakan olduk…
-Sonra emlakçı olduk, imarcı olduk, müteahhit olduk, belediyeci olduk,
-Yetmedi organizatör olduk, sanayici olduk, işadamı olduk, bankacı olduk…
-Pastadan bize de pay düştü beyim!.. Eskiden olsa kırıntısını bile göremezdik.
-Bakmayın siz lafa gelince Osmanlıcı olmamıza, demokrasi büyük nimet beyim, memlekette padişah olsa; cumhuriyet olmasa, demokrasi olmasa biz bunları nah görürdük. Şimdiye en hafifinden ya cephede ölürdük ya da itin öldüğü bir yere sürülürdük.
-Sonra biz bu dünyanın bin bir türlü zevkinin olduğunu öğrendik. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
-Bunlar kolay mı elde ediliyor sanıyorsunuz?
-Ne zorluklar, ne zahmetlerle bugünlere geldik biliyor musunuz?
-Daha düne kadar burun kıvırdığımız, uzağında durduğumuz, esefle kınadığımız, tekfir ettiğimiz ne varsa, hepsi birer nimet olarak önümüze serildi. Helalinde tabi…
-“Neydim ne oldum, neredeydim nereye geldim.” Geceleri başını yastığa koyunca kendine bu soruları sordun mu?
-Ne idiler, ne oldular, nerede idiler, nereye geldiler?
-Ne sorusu beyim, kendi hakikatimizi bile unuttuk ki biz; bir de Gülen’in, Erdoğan’ın hakikatine mi kafa yoralım?
-Mensubu olduğumuz lider, bize tüm bu nimetlerin kapılarını açmış, bu kapıların kapanmasını isteyen ahmaktır.
-Kafa konforumuzu ve bilumum konforumuzu bozma bizim.
-Birine ajan demek kolay, ötekine yolsuz; daha bundan ötesini eşeleme beyim…
-Peki hakikat ne, hakikatin tanıkları nerede?
-Eee bundan bize ne? Biz işimize bakarız.
-Anladım anladım, sizden bana hayır yok. Siz bu halinize yaralı parmağa işemezsiniz. Ben de kalkmış size hakikatin ne olduğunu soruyorum.
-En iyisi, ben şu çevredeki hasbi, samimi, iyi niyetli, dürüst, hiçbir karşılık beklemeden seven ve sizi destekleyenlere sorayım hakikatin ne olduğunu…
-devamı var-