İlginç ve bir o kadar da zulmet, ihanet, vefasızlık, hadsizlik, nankörlük ve zalimlikler ile dolu bir zamanı sindire sindire yaşarken; Ne olmadığımızı anlatmaktan ne olduğumuzu anlatamadık gitti…
Ve artık vâkıf olduk ki; Hançer yiyenin tokluğu düşmanın açlığını yatıştırmıyormuş! Öyle ki, iyilerin adını bile kötüler eskitiyormuş…
Ve dahi, yüzümüze gülenler şeytanın afilli hilesi ile dünyanın kıdemlisi, ölümün acemisi olup, şaşkınlığımız ise o çapsız kötülerin alışkanlığı bile olabiliyormuş…
Onca yaşanmışlığımıza yalanlarlar sürenlerin haysiyetlerindeki kırışıklıklarla imtihan olup duruyoruz; Kalbimiz ise sürekli yüreksizlerle tartılıyor ve biz sabr ediyoruz, o güne…
Biz belimizi büken secdeye karşı bileğimizi bükecek sözde itibarlı görünen o bazı mevkileri rütbeleri tercih etmedik! Ölülerimiz Aziz topraklar uğruna şehit olup manşet olurken; o yaşayan ölü olan dirilerin meleklere bile hesap numarası verip küsuratlı cüzdan ağırlığınca cennete talip cürretlerini ve hakikat nezdinde şereflerinin cenazelerinin kaldırılışını, iç çekerek izledik...
Biz saçımızdaki değil, kalbimizdeki akları gördüğümüzde inlemedik vakur durup, yaşımızın gençliğini gerektiği gibi kullandık, sonu hiç düşünmeden hemde! Zira dünyavi sonu düşünmek kalibremizde yoktu çünkü… Odaklandığımız tek şey, tek gerçek olan o hakikattı…
O hakikat ki; doğruları, kendi doğrusunda boğup, yanlışların gölgesinde helezon kıvrımlar ile yetişen "Vav" olmaya çok müsait bir Elif"ti, uğruna can değil, canlar feda edilen…
Şimdi, eğer hakikattan bahsediyorsanız; Aşk'ın ve hakikâtın sırrı, suyu değil, susuzluğu aramak olduğunu bileceksiniz! Madde'yi değil manayı arayacaksınız; Ararken de, çileye ve sıkıntıya karşı vakur durmayı bileceksiniz! O çok bunaltıcı konuşmalarınızdan önce bir bakınız; İnsan, İdrak kulağından o basiretsiz nefsi arzular ve dünyavi kaygılar marmelatlı gaflet pamuğunu çıkarmadan mukaddes nasihatları hakkıyla nasıl anlayabilsin, ilahi senfoniyi nasıl duyabilsinki? İnsan, hakikat eksenindeki niteliklere bürünebildiği ölçüde ancak o bahsi geçen ilâhi özgürlüğe ulaşabilir ve o ilahi senfoniye eşlik edebilir. İnsan, sözde değil, özde Tevekkül ehli olmalıki; dünyada sıkıntısı ne olursa olsun rahat olabilsin. Zira, ebedî hayatında felâket ihtimali de böylece ortadan kalkabilsin…
İyi bilinmelidir ki; Hiçbir yiğidin kaza ve kader okuna karşı bir kalkanı yoktur; Sabır ve Tevekkül'den başka... İnsan, eğer birgün hakikata hakkıyla vâkıf olabilirse, işin sırrı; taşı inciye çeviren "sabır ve tevekkül"de olduğunu mutlaka anlayacaktır. Unutma-yın-ki; Tevekkül ehli olmayan, sınırları çok dar olan aklının kölesi olmaktan asla kurtulamaz. Kurtulamazssa, hadsizleştikçe hadsizleşir; elbette bu gidişi de cezasız kalmaz…
Velhasıl, Ne diyordu cennet mekan, Üstat Necip Fazıl Kısakürek; "Bu dünya bir kuyu havasız çömlek daralıyorum! Kelime manayı boğan bir gömlek, paralıyorum." O'nu herkes anlayamadı, bu işin de kaderi buydu belkide…
O Selam, Herşeye rağmen, hakikat nezdinde kendini sözde değil, özde paralayan kimselerin üzerine olsun.