HADDİNİ BİLMEK

Av. Mehmet YALÇINKAYA

“Nefsini bilen Rabbi’ni bilir.” Rabbini bilen kişiler de, herhangi bir konuda kendi bilgisini, konumunu ve sınırlarını bilip, ona göre tavır koyan, görüş belirten üstün bir ferasete sahip olan insanlar demektir.

“Hat” kelimesi, durmamız gereken sınırları belirler. Haddini bilmek, kendi değer ve yeteneğini olduğundan üstün görmemektir. Diğer bir deyişle, kendini bilmek, tanımak, aradığını kendinde bulmak demektir.

Haddini bilmek; boyun eğmek, sindirilmek, sınırların zorlanması demek değildir. Pısırıklık hiç değildir. Haddini bilmek insanın yapabileceği ya da yapamayacağı işlerin neler olduğunu bilmek demektir.

Kişi kendisini tanıyarak, sınırlarını kendisi koyabilmelidir. Kendi sınırlarını kendisi koyan insan nerede durması gerektiğini de ayarlayabilmelidir.

Âlim kişiye sormuşlar: “Hocam en iyi neyi bilir siniz?” Âlim kişi cevap vermiş: “Haddimi bilirim.” Hocaefendilerin vaazlarında sık sık tekrarladığı bir söz vardır: “İslâm’ın şartı beş altıncısı haddini bilmektir.”  Bu söz kadar güzel bizi anlatan başka bir cümle var mıdır bilemiyorum. İlginçtir, toplumun her kesiminden, her katmanından, zengin-fakir, okumuş-cahil, yönetici-yönetilen, şehirli-köylü aklınıza kim gelirse etraf haddini bilmeyen insanlarla dolu.

Bazen kalp kırılmasın veya başka saiklerle bizler de göz yumuyoruz bu haddini bilmezlik hastalığına. Allah selamet versin, İmam-Hatip’te okurken bir hocamız konusu açılır açılmaz şöyle derdi: “Üç liralık insana, beş liralık değer vermeyin. Böyle yapmakla iki kötülüğü aynı anda işlemiş olursunuz. Birincisi, bu tip insanların, yaşadıkları toplum içinde belli bir mevki ve makam edinmesine sebep olabilirsiniz. Değersiz insanlara hak etmedikleri makamı vermek (bu makam maddi olabileceği gibi manevi de olabilir) topluma zulüm etmek demektir. İkincisi, haddini bilmeyen insanlara verilen fazla değer, o kişilerin kendilerini hesaba çekebilme, nefislerini tartarak doğru yolu bulma şanslarını da ellerinden almaktır. Bu tutum haddini bilmez kişinin içinde yuvarlandığı kuyunun gittikçe derinleşmesinden başka bir işe yaramaz.”

Haddini bilmeyen insanların ortak özelliği, nerede nasıl hareket edileceğini bilmemeleridir. Ağzından çıkan sözü tartmadan söylemeleridir. Haddini bilmez bir insanla değil dostluk kurmak, yan yana bile gözükmek kişiye zarar verebilir.  

Meşhur hikâyedir. İngiltere kraliçesine biraz büyükçe bir inci hediye edilmiş. Kraliçe, taca takılamayacak kadar büyük bu incinin delinerek, tahtın arkasına asılmasını istemiş. Ancak İngiltere’deki bütün kuyumcular, “Kusura bakmayın. Dünyada tek olan bu inciyi delmeye çalışıp kırılmasına sebep olamayız” gerekçesi ile delmeye yanaşmamışlar.

İnci, Fransa başta olmak üzere pek çok ülkenin kuyumcularına götürülmüş ama hepsi aynı gerekçeyi ileri sürüp inciyi delme işini reddetmişler.

Neden sonra Hindistan’da yaşlı bir inci ustası, “Bu inciyi delse delse İstanbul Kapalıçarşı’daki yaşlı Asım Usta deler. Varın ona gidin” diye öğüt vermiş.

Heyet Kapalıçarşı’da Asım Usta’yı bulmuş. Ne çare ki, Asım Usta’da diğer meslektaşlarının söylediklerinin aynısı söyleyerek inciyi delmeyi kabul etmemiş. Heyet hep birlikte büyük bir üzüntüyle, “Eyvahlar olsun, kraliçe bizi mahvedecek” diye sızlanmışlar.

Asım Usta heyetin çaresizliğine acıyarak, “Bakın efendiler, sorumluluk kabul etmem ama ben de bir çırak var, bu işi ancak o yapar” demiş. Heyettekiler çaresiz kabul etmişler. Asım Usta içeriye seslenmiş: “Oğlum, hele bir bak.” Arka taraftaki perde aralanmış ve çocuk yaşlarında bir çırak, “Buyur usta” diye cevap vermiş. Usta; “Oğlum şu inciyi tam ortasından deliver.”

Çırak hiç düşünmeden inciyi avucuna almış ve elindeki matkapla ortasından delivermiş.

Heyet sevinç içinde “Asım Usta, bu nasıl iş? Dünyanın en ünlü kuyumcu ustalarının yapamadığı bu işi şu çırak nasıl yaptı?” diye sormuşlar.

Usta bir heyete bakmış, bir de çırağa. Soruyu cevaplamış, “O haddini bilmez.”

Haddini bilmemek, cehaletten, hevâ ve hevesini tanrı edinen anlayıştan, kibir, bencillik ve egonun isteklerinden kaynaklanır. “Sapmak ve saptırmak” gibi tahribata yol açan bu durum, aslında hastalıklı bir vakıadır. Bu durumda olan bir insan, “Eğer bilmiyorsanız ilim ve fikir erbabına sorun!” (Nahl 16/43) ayeti gereğince bilmediğini bir bilene sorarak normalleşme sürecine girmelidir. Unutulmamalıdır ki, susabilmek veya “bilmiyorum” diyebilmek ilmin yarısıdır. Gerçek âlimlerin, bilmedikleri konularda susması, Rablerine karşı haddi aşmak korkusundandır. Allah (cc), bizleri kendine karşı haddini aşan kullarından eylemesin ve bizi bu tip insanlarla dostluk kurmaktan da uzak etsin. (Âmin)

    

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.