Çok gezen mi bilir çok okuyan mı? Çok okuyanın bilgisi farazidir tecrübe gerektirir, çok gezen ise yaşayarak ve görerek bilir. Eskilerin tabiriyle çok okuyan ilmel yakin, çok gezen aynel yakin bilir. Fakat bilmek kadar bu bilginin nasıl sentezlenip hayata yansıdığı çok daha önemlidir.
Eminim hemen herkes bu yıl veya daha önceki yıllarda Hacca gitmiş bir büyüğünü ziyarete gitmiştir. Orada gördükleri güzelliklerin yanında hatta belki daha çok, orada gördükleri farklılıkları anlatırlar.
“Adam namaz kılıyor elleri yanda öyle namaz mı olur?”
“Falanca milletin hacıları şöyle, filanca böyle.”
Bütün bu yorumları yapan hacı amcamız kesinlikle ilk defa yurt dışına hac vesilesiyle çıkmış ve farklı kültürlerle ilk defa yüz yüze gelmiştir. Belki bir daha yurt dışına çıkma ihtimali de hiç yoktur. Plüralizmin yani farklı görüşlerin (içtihadın) teşvik edildiği bir dinin mensubu olmalarına rağmen gördükleri farklılıkları hoşgörüyle karşılayamamak sadece köyden çıkıp hacca giden amcamızın yaşadığı bir durum değildir. Bu örneği vermemizin sebebi haccın birçok kültürü bir arada görebildiğimiz bir yer olmasındandır ve haccın hikmetlerinden biri de bu farklılıkların bir araya gelmesi ve kaynaşıp kardeş olmasıdır.
Sosyologların “kültürel önyargı” olarak tanımladıkları bu durum ile çok kültürlü ve çok etnisiteli bir toplumda yaşamayan veya çok gezmeyen insanlar, eğitim seviyesi ne olursa olsun, sıklıkla karşılaşmaktadırlar. Bugüne kadar 40 ülkede bulunmuş biri olarak biliyorum ki gezip gördüğünüz her farklılık onu sentezleyebildiğinizde Dünyaya bir basamak daha yukarıdan bakmanızı sağlayarak ufkunuzu genişletmekte ve hoşgörü kültürünüzü arttırmaktadır. Bu durum aşılamadığı zaman ise zamanla içsel ve toplumsal bazı çatışmalara yol açabilmektedir.
Osmanlı döneminde ve öncesinde yaşanmamış birçok çatışmanın Cumhuriyetle birlikte başlamış olması, resmi ideolojinin bu kültürel önyargılarla toplumu dönüştürmek istemesinin bir sonucudur. Çok kültürlü, çok dinli ve çok etnisiteli bir devlet olan Osmanlı devleti bu farklılıkları bastırıp tek tip bir toplum profili oluşturmak yerine bu farklılıkların barındırdığı zenginliklerden yine toplumun menfaatine istifade etmeyi tercih etmiştir.
Yaklaşık 25 yıldır devam eden ve halkımıza kan ve göz yaşından başka bir şey kazandırmamış bir probleme çözüm üretmek isteyen, toplumsal barışı ve bireysel özgürlükleri temel alan “demokratik açılım” süreci de statükodan ekonomik ve sosyolojik rant sağlayan kişi veya oluşumlar tarafından reddedilmekte ve baltalanmak istenmektedir.
Bütün bunlar yaşanırken toplumun bir kısmı açılıma destek vermekte bir kısmı karşı çıkmaktadır. Eğer karşı çıkanlar art niyetli rantçılardan değil ise çoğunlukla hala yukarda bahsettiğimiz kültürel önyargılarından kurtulamamış kişilerdir. Eğer bu açılımı destekleyenler daha aktif olmazlarsa bilsinler ki “statüko” devam edecektir çünkü Clark Keer’in söylediği gibi; "Statüko, karşı çıkılamayacak tek çözümdür."