"Güzel bulmak"başka, "güzeli bulmak" daha başka!

xxx54

Bizim ustalarımız 'cemâl'i kemâl'de bulmuşlar; yani mükemmel olana, kendi amacına ulaşmış olana 'güzel' demişler.

İnsanın fiilleri sözkonusu olduğunda işbu 'güzel' kelimesinin yerine hiç çekinmeden 'iyi' kelimesini koyabilirsiniz. Nitekim Osmanlı Türkçesinde bu kavramlar "hayr u hasenat" (iyilik-güzellik) şeklinde yanyana kullanılırdı.

Dillerin çoğunda bu durum değişmiyor ve 'iyi' ile 'güzel' kelimeleri eşanlamlı olarak kullanılıyor. Yunanca'da (to kalon), Latince'de (bellus) ve daha birçok dilde...

"İyilik yapmak" tabirini bugün Türkçe'de hiç tereddüt etmeden kullanabilirsiniz, fakat sıra "güzellik yapmak" tabirine gelince, dil birdenbire argo düzeyinde seyretmeye başlar.

"Baba, bir güzellik yapsana!"

* * *

İyi ile güzel, bir zamanlar bir diğeri olmadan düşünülemezdi. İyiyse güzeldi, güzelse mutlaka iyiydi. Etik ile estetik arasında kopmaz bir bağ vardı.

Şimdi böyle düşünmüyoruz. Kötünün güzel olabileceğini tasavvur edebildiğimiz gibi, iyinin de çirkin olabileceğine inanıyoruz.

Güzellik ve iyilik artık iki ayrı kategori, iki ayrı bilgi türünün konusu.

Üstelik iyilik kavramında "faydalı olan"ı, güzellik kavramındaysa "hoş olan"ı aramadan edemiyoruz.

Aranızda, hoş olmayan bir güzelliği, faydalı olmayan bir iyiliği tasavvur edebileniniz var mı?

Sanırım böyleleri çok azdır. Çünkü bizler bir şeyi faydalıysa 'iyi', hoşsa 'güzel' olarak adlandırmaktan çekinmeyiz. Çünkü bir nesnenin veya olgunun kavramına, genellikle o nesnenin veya olgunun kendisinden hareketle ulaşmaya çalışırız. Yani önce beğeniriz veya beğenmeyiz, sonra beğendiklerimize 'güzel', beğenmediklerimize ise 'çirkin' deriz.

Ne ki bu sırada güzel olanı beğendiğimizi, çirkin olanıysa beğenmediğimizi farketmeyiz. Başka bir deyişle nesneyi veya olguyu bizim güzel veya çirkin görmemizden çok, güzelliği veya çirkinliği farketmek bahtiyarlığına erdiğimizi itiraf etmeyiz.

Güzel, kendisini güzel bulduğumuz için mi güzeldir?

Belki de şey güzel değildir de onu güzel bulan bizizdir. Kimbilir?

Bir şey "güzel bulmak" ile "güzeli bulmak" arasındaki fark üzerinde yeniden ve dikkatle düşünmeli!

* * *

"Bence güzel!" veya "Bence çirkin!"

Muhatabımıza "Sen kimsin?" demeyi tercih etmeyiz de bu tür beğeni yargılarının kişiden kişiye değişebileceğine inanırız. Zevkler (ve hatta renkler) tartışılamazmış da ondan böyle inanırız.

Latinlerin dediğine bakmayın siz, zevkler de, renkler de tartılabilir. Üstelik tek başına değil, karşılıklı olarak da tartılabilir. (Tartmanın karşılıklı olanına 'tartışma' adını veriyorum!)

Kimin tarttığına ve nasıl tarttığına bakarak pekâlâ zevkleri de tartabiliriz.

* * *

Tartmak, malum olduğu üzere, bir ölçme işlemi. Ölçme ise nicelikseldir. Yani bir kemmiyet işlemidir. Oysa 'zevk'in bir diğer adı da 'keyif'.

"Zevk almak" ile "keyif almak" çok kere birbirleri yerine kullanılır.

'Keyif' kelimesi keyfe'den gelir. Keyfe, Arapça'da 'Nasıl?' sorusunun karşılığıdır. 'Keyfiyet' kelimesi bu edat'tan türer, tıpkı kemmiyet'in 'kem'den ('Kaç?' sorusundan) türediği gibi.

Bugün Türkçe'de 'kemmiyet' kelimesini 'nicelik'le, 'keyfiyet' kelimesini ise 'nitelik'le karşılıyoruz.

Demek ki dil bilincimiz zevki nicelikle değil, nitelikle eş tutuyor! (Üzerinde düşünmeye değer!)

* * *

Sözün özü, zevk aldığımız, keyif aldığımız nesne ve olguların niteliklerini beğeniyoruz, ama bu beğeninin niceliksel (tartılabilir/tartışılabilir) bir yönü olduğunu kabul etmekten kaçınıyoruz. Zira beğeni yargımızın güya bize özgü koşulları olduğuna inanıyoruz. Beğenilerimiz öznel ise, 'hoş' ve 'güzel' yargıları da özneldir diye düşünüyoruz.

Öznel olan ölçülebilir veya tartılabilir mi?

Karşılaştırma yapmak, beğenileri sınıflandırmak insanın (beğeni) özgürlüğüne bir müdahale gibi algılanmakta. Güzel artık bu yüzden tamamiyle "sana göre-bana göre"nin alanı. Tıpkı iyi gibi. Günümüzde iyi de "sana göre-bana göre"nin alanına girmiş durumda. Nitekim hürriyet'in bir diğer adı da izafiyet değil mi?

N'olacak, demokrasinin nimetleri işte! Herkesin bir oyu var! O oyla güzeli bulur mu bulmaz mı bilinmez ama o tek kişilik oy'un herhanbir şeyi güzel bulmaya yeteceği kesin. Çünkü beğeni oylarının en azından istatistik değeri var. En çok oyu alana güzel denebiliyor günümüzde. Mesela biri 'güzel' seçiliyor. Genel beğeni düzeyi de işte böyle oluşuyor.

(Sevgili Ali Saydam'ın kulakları çınlasın! Aristoteles'in 'heyula'sına benzer tarzda kullandığı "ortak ruhî şekillenme" tabiri, umarım böylesi bir genelliğe karşılık gelmiyordur.)

* * *

İnsan göreceli düşündükçe, yani kendisinden hareket ettiği bir merkez noktasının varlığını yadsıdıkça özgür olacağını zanneder. Şayet bu zan doğru olsaydı, 'abes' (saçma) özgürlüğün zirvesi sayılmak icab ederdi. Çünkü 'abes'in (saçma'nın) kendisine istinad edebileceği hiçbir nokta yoktur. Ölçüsüzlüğün ta kendisidir abes! Ölçüsüzlüğün ve dahî özgürlüğün.

Bu nedenle abes ne tartılabilir, ne tartışılabilir.

O hâlde ey talib, bir kenara yaz!

Bir şeyi güzel bulduğunda, bulduğunun güzelliğinden aslâ emin olamazsın, ve fakat güzeli bulursan, sadece senin güzeli bulduğunu değil, güzelin de seni bulduğunu hissedersin. Çünkü arayan gerçekte aranandır!

Dilersen, bir daha düşün: Beni bulamazsan aramaz mısın?