Geçenlerde yaşadığım iki olay bugünkü yazımın büyük bölümünü genelde yazdığım (Uluslararası ilişkiler ve Türkiye’nin makro düzeydeki sorunları) konuların dışına çıkarak farklı bir temada yazmama vesile oldu. Bir süre önce bir yerde otururken yanıma tahminen 80 yaş üzeri bir amca geldi oturdu. Çok sevimli temiz yüzlü bir amcaydı hal hatır sorunca sanki sevinçten uçacak gibiydi. Sohbet ilerleyince çayları ısmarladık muhabbeti derinleştirdik. Sohbetin koyu yerinde ‘’çok muhabbet birisin evdekiler herhâlde seni çok seviyorlar’’ demeye kalmadan amcam bir anda doldu yağmur yüklü bulut misali her an ağlayacak gibi bakmaya başladı. Üzerine fazla gitmedim ama azcık olsun anlattığına göre oğlu ve gelini fazla kale almayıp biraz ilgisiz kalıyorlarmış. Aslında yaşlılar belli bir yaşın üstüne gelince çocuklar gibi ilgi ve şefkate çok fazla ihtiyaç duyuyorlar dualarını almaya bakmak lazım.
Yine yakın bir geçmişte sevdiğimiz bir aile dostunun genç yaşta bir çocuğu vefat etti. Bu bizi baya bir üzdü. Pırlanta gibi bir gençti. Mesleğinin başlarında herkesin sevdiği başarılı biriydi. Ölümde tanıyan tanımayan birçok kişi arayıp sormuş ve taziye dileklerini iletmişler. Aileye taziyeye gittiğimizde evlatlarına doyamamak ve genç yaşta gelen ölümün hüznü vardı. Çocukları uzun süredir kendilerini ziyarete gelecekmiş işinin yoğunluğundan dolayı gelemiyormuş. Maalesef ölüm daha erken kapılarını çalmış.
Bu olaylar bizleri üzmesinin yanında aslında kendi kendimizi sorgulattı da. Samimi bir şekilde başımızı iki elimizin arasına koyup şöyle bir düşünecek olursak günümüzde aşırı stresli ve yoğun iş hayatında sevdiklerimize gerekli zamanı ayırabiliyor muyuz? Hepimiz kendi kendimize sormalıyız işten geldikten sonra annemizle, babamızla, eşimizle, çocuklarımızla ve diğer yakınlarımızla ne kadar ilgileniyoruz? Onlara rahatça kendilerini sevdiğimizi ve bizim için değerli olduklarını söyleye biliyor muyuz? Bilgisayarımıza ya da TV Programlarına ayırdığımız zaman kadar onlarla sohbet edebiliyor muyuz veya dertleşebiliyor muyuz? Aile fertlerimizden yanımızda olmayıp çeşitli nedenlerden dolayı dışarda ikamet etmek zorunda kalanları telefonla ne sıklıkla arıyoruz ya da ziyaretlerine gerektiği kadar gidebiliyor muyuz?
Carpe diem, Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen ve anı yaşama veya günü anlamlı yaşama manalarında anlamlandıran söz geliyor aklıma. Evet, anı iyi ve manalı yaşamalıyız dün geçti bugünü iyi değerlendirmek lazım çünkü yarının ne getireceği belli değil. Bugün fırsat varken sevdiklerimize onlar hayattayken gerekli değeri verip yarın doğacak keşkelerin önüne bir nebze olsun geçmek gerekiyor. Gereksiz küslükler ve aşırı hırs gözümüze perde çekmemeli sevdiklerimize karşı yapılacak güzellikler zamanında olmalı yarına bugünün işini değil yarının işini bırakalım...
İran-ABD Kumarı
Geçmiş yazılarımda İran ile batı arasındaki ilişkilerde nükleer anlaşma olmasına rağmen sadece dönemsel iyileşme olduğunu söylemiştim. Rusya ile batı zıtlaşmasının sonuçlarından biri olan gaz alımları ile ilgili batının elini güçlü tutma adına İran’a göz kırptığından bahsetmiştim. İran’ın Suriye Yemen ve Iraktaki tuzağa ABD tarafından çekildiği ya da en azından bu yönde yüreklendirildiği buralara girip hem İslam dünyasında itibarsızlaştırılıp hem de askeri olarak yıpratılacağı tıpkı Saddam örneğindeki gibi konusuna değinmiştik. Bugünlerde gazeteler Hürmüz boğazı konusunda ABD İran zıtlaşmasını İran’ın ABD’nin yük gemisine el koyduğunun ve son olarak bugün ABD’nin artık Hürmüz boğazına yük gemileriyle birlikte savaş gemileri göndereceğinden bahsediyor. Hesabınız hak olmalı yoksa menfaat olursa duvara her an toslayabilirsiniz bence İran bunu göz ardı etti. İnşallah bunun bedelini ağır ödemez. Selam ve dua ile….