Batı Medeniyeti özellikle 18.yüzyıldan itibaren dünyaya “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” konusunda örnek ve ilham verici bir dinamik yapı içerisinde görünmeye başlamıştır. Aslında bir medeniyet için böylesi büyülü ve kuşatıcı kavram ve terimler onun gücünü de perçinleyen araçlar olmaktadır.
Fakat gelinen noktada Batının yeni kavramlar ve anlayışlarla insanlığa vereceği pek bir şey kalmadığını çıkartabiliriz. Artık daima ileriyi gideceği, durmadan müreffeh bir hayat ve sistem üreteceği düşünülen felsefeleri de, ekonomik ahlak ve değerleri de hatta teknolojileri de her ne kadar şimdilik önde olsalar da statikleşmiştir.
Batının medeniyetin taşıyıcılığını artık sürdüremediğini iki büyük düşünürlerinin bakış açıları da ele vermektedir.
Fukayama’ya göre artık “tarihin sonu” gelmiştir. İnsanoğlunun şu ana kurduğu en mükemmel sistem olan Batı değerlerine sahip demokrasi anlayışından öte katedebileceği bir mesafe kalmamıştır. Yani O, tarihin dondurulmasını arzu etmekte ve ilerisini de görememektedir. Veya Huntington, artık medeniyetler arası çatışmanın zorunluluğunu dile getirmekte, insanlığın geleceği için ise umutlu görünmemektedir. Bu çatışmada karşıt taraflardan biri olarak da elbette demokratik anlayışa direnen İslam medeniyetini koymaktadır.
Alexis Carrel’in de değindiği gibi “medeniyetin son gayesi, insan şahsiyetinin gelişmesidir”. Ancak günümüzde gelişen bir şahsiyetten değil, ezen, çatışan, rekabet eden, yok sayan, üstünlük kompleksi taşıyan ve hatta insanlığın sonunun geldiğini düşünen şahsiyetler söz konusudur.
Öyleyse artık medeniyet algısını, kendi değerlerimizden katarak yeniden inşa etmek durumundayız. Bugünlerde bazı hadiseler açıkca bize post-kolonyal sistemin çöktüğünü, bütün insanlığa şimdiki idrakinın dışında ve üstünde ne verebilirizi düşündürtüyor.
Artık bütün insanlar için sanal dünyada da olsa sınırlar ortadan kalkmıştır. İnsanlar kendi hayat standartlarını sahip oldukları imkanları İstanbul’dakilerle, Paris’tekilerle, New York’takilerle rahatlıkla kıyas edebiliyorlar. Oysaki bu insanlar önceden efendilerinin kendilerine lütfettiklerini biliyor ve dünyanın geri kalan kısmının da kendileri gibi olduğunu düşünüyorlardı. Dolayısıyla ikiyüzlülükler, adaletsizlikler, sadece kendileri için iyilik bencilliğinde bulunanlar, nefislerini ilah edinen yöneticiler, gerçek dostlar veya düşmanlar daha açık bir şekilde göze batmaktadır. Ne kadar da süslü ve büyülü fanuslar içerisinde sunulsa da bazı kavram ve fikirlerin arka planları net bir şekilde görülebilmektedir.
Medeniyetimize ve değerlerimize özgüvenle ifade etmeliyiz ki; dünyanın özellikle İslam aleminin bu buhranlı zamanında bir “motor güce” ihtiyacı vardır. Demokrasiye vicdan, insan haklarına adalet, kadına bakışta şefkat, bireye sorumluluk ve maddeye mana buudu verebilecek güce sahip bir “motora” ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaca cevap verebilecek insan, tarih ve medeniyet kaynağı da bizim milletimizde vardır.
İnanan ve tarih şuurunu taşıyan kişi bilir ki Cenab’ı Allah’ın kainata koyduğu nizam gereği günler arka arkaya gelmektedir. O’nun beyanıyla “Biz o günleri insanlar arasında çevirip dururuz” (Ali İmran: 140) Bunun manası; sevinç, keder, sağlık, hastalık, zenginlik, fakirlik gibi şeylerin insanlar arasında dönüp durmasıdır. Bugün bize karanlık başkalarına aydınlıksa, yarında bize aydınlık başkalarına karanlık. Bu ayeti kerimeyi bir de yukarıda anlatmaya çalıştıklarımız bağlamında düşünmekte yarar var.