Bana soran pek olmaz, ama başka dostlar yabancıların sık sık “Hergün yazacak konuyu nereden buluyorsunuz?” sorusuna muhatap olduklarını yazdıkları için, böyle bir merakın varlığından ben de haberdarım. Geçenlerde, Başbakan Tayyip Erdoğan da, “Her gün yazıyorlar” diye söz etmişti köşe yazarlarından...
Her gün yazacak bir şeyler bulmanın hiç de zor olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bir günden diğerine gündem taşınıyor bu ülkede. İnanmıyorsanız, dünkü gazetelerde çıkan “Bülent Arınç'a suikast” üzerine yazılmış yazılara bakın; pek çok yazarın, öğleden sonra yapılan Genelkurmay açıklamasını, dipnot olarak yazısında değerlendirdiğini göreceksiniz.
O ana kadar bilinenleri yalanlayan açıklama bile önceden yazılmış değerlendirmeleri geçersiz kılmıyor ülkemizde. Herkes her olay hakkında kendi bildiklerini ve değerlendirmelerini 'resmi gerçekler' diyebileceğimiz açıklamalardan daha önde tutuyor.
Herhalde bu durumu yazar-çizer takımının kendini beğenmişliğiyle açıklayacak değiliz. Egosu şişkinler için uygun bir uğraş gibi görünse de böylelerine köşe yazarlığını hiç tavsiye etmem: Fazla kendine güven yazarı ters köşeye yatırabilir ve okurları önünde rezil edebilir. O yüzden ben 'resmi gerçekler' ile yazar gerçekliği arasındaki farklılığı yazarın kâr hanesine yazma taraftarıyım.
Bu ülkede resmi çevrelerin egosu, egosuyla tanınan yazarlarınkinden daha büyük...
Son zamanlarda üzerine fazlaca gidildiği için en çok açıklama yapma ihtiyacı duyan kurumların başında gelen Genelkurmay Başkanlığı buna iyi bir örnek... Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın mahallesinde keşif yaparken suçüstü yakalanan iki rütbeli subayın bir 'suikast hazırlığı' içerisinde olduğunu yalanladı Genelkurmay; aslında ikili, Bülent Arınç'ı değil, onunla aynı mahallede oturan ve karargâhtan bilgi sızdırdığından kuşku duyulan bir rütbeliyi izlemekteymiş...
Dün gazetelere “Kim, nasıl karşıladı açıklamayı?” sorusuna cevap arayan bir gözle baktım; vardığım sonuç şu: İki rütbelinin suçüstü yapılmasına ilk gün kim kuşku beyan etmişse aynı çizgisinde devam etmiş; kim suikast planı iddiasını önemsemişse resmi açıklamaya rağmen tavrını değiştirmemiş...
Andıçlar, Dağlıca baskını, ıslak imza, JİTEM gibi inkâr edilmiş gerçekler yüzünden Genelkurmay çok özel bir kurum; “Acaba yine 'ulusal güvenlik' veya 'kurumun itibarı' düşünülerek gerçeğin üstü mü örtülüyor?” diye düşündürtüyor Genelkurmay'ın tavrı... 'Resmiyet' taşıyan açıklamaların çoğu benzer bir ilk tepkiyle karşılanıyor bizde.
Bir önemli istisna İçişleri Bakanı Prof. Beşir Atalay belki de... 'Demokratik açılım' sürecinin koordinasyonundan sorumlu Prof. Atalay az konuşuyor ama öz konuşuyor. Ağzından çıkanları 'senet' saymamızı gerektirecek bir sözüne bağlılık hissini muhataplarına veriyor. Kamuoyuna açıklamalarında az şey söylediği için eleştiriliyor, ancak yanılttığı iddiasına hiç maruz kalmıyor. Bu tavrın, muhatapları üzerinde de etkisi oluyordur elbette.
İçişleri Bakanı Prof. Atalay'ın tavrını önemsememiz, o tavrın devlet sorumluluğu taşıyan her kurum ve kişiye örnek teşkil etmesini arzulamamız yüzünden... Kişiler kadar kurumların da, her ne sebeple olursa olsun, gerçekleri saptırma, yalana başvurma kötü alışkanlığına düşmemesi gerekiyor. 'Yalancı çoban' öyküsünü unutmayalım: Bir-iki saptırmaca, gerçeklere dayalı açıklamaların inanılırlığını zedeleyebiliyor çünkü.
Türkiye çok çabuk gündem eskiten, insanların olayların peşini değil olayların insanların peşini takip ettiği değişik bir ülke; yazarlar da bu sebeple başka ülkelerdeki meslektaşlarından daha verimli. Sadece verimli değil, cesur da olmaları gerekiyor.