Hemen "PKK kaçırmaz ki onu" cevabı verebilirsiniz. Ama acele etmeyin.
Ben de hemen "PKK kaçırsa" demedim zaten.
PKK'ya benzer, Türkler'in kurduğu silahlı bir örgüt olsa ve tam da devlet ağzıyla "bazı suçlar"ından dolayı yargılamak üzere dağa kaldırsa...
Devlet ne yapardı? Gültan Kışanak'ı kurtarmak için seferber olurdu. Tıpkı Hüseyin Aygün'ü ya da kaçırılan başka kişileri kurtarmak için uğraştığı gibi...
Devlet açısından kaçıran örgütün Türk veya Kürt olması da bir şeyi değiştirmezdi, kaçırılan kişinin Türk ya da Kürt milliyetçisi olması da... Suçu kim işliyorsa ona karşı tavır alır, suç kime karşı işleniyorsa, onu korumak için seferber olurdu.
Sükut kaçırılmaktan farklı bir şey mi?
Yani ortada "Türkler'in devleti" var da o Türk olmayanlara karşı özel duyarlılık gösteriyor değildi.
Ama ötede silahlı bir örgütün "Kürtler adına" ama zaman zaman Kürtler'i de biçen uygulamaları vardı ve bizim bazı Kürt siyasetçilerimizin gözü bunu görmemekte direniyordu.
Bizler de, terör örgütünün, diyelim bir kamu görevlisini, kaymakamı, öğretmeni vs. ya da BDP'li olmayan bir siyasetçiyi kaçırmasına BDP cenahından tepki gelmemesini olağan karşılar hale gelmiştik.
Şimdi bir başka ihtimali düşünelim:
PKK Gültan Kışanak veya benzeri bir siyasetçiyi kaçırsa...
Gültan Kışanak'ı kaçırmaz mı?
Peki öyleyse, mesela Leyla Zana'yı diyelim...
Bir süredir Leyla Hanım susmuş durumda. Bir çıkış yaptı, dağda ve uzantılarında tepki oluşturdu, sonra sükût...
Ne bu? Kaçırılmaktan farklı bir şey mi?
N'oldu da Leyla Hanım sustu?
Osman Baydemir'e bir tek "Ağzını yırtarız, zırtapoz" denmediği kalmadı mı?
Soralım:
-BDP'liler, "özgür siyaset" yapabiliyorlar mı?
Biz, BDP'nin özgür siyaset yapamamasına, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, partiye yaptırım vs. uygulanması gibi sebeplerin yol açtığını düşünmeye yöneltiliyoruz.
BDP rehine siyaseti uyguluyor
Aslında bu boş bir yaklaşım. Çünkü BDP'li siyasetçiler, TC'nin kanunlarının kendilerine işletilemeyeceğine adları gibi inanıyorlar ve her gün bir yasa maddesini çürütmek için özel çaba sarf ediyorlar.
Asıl soru "BDP, PKK-KCK'nın sıkı denetimi altında özgür siyaset yapabiliyor mu" sorusudur.
Hadi itiraf edelim, biz medyadaki tüm köşeler, "BDP'nin üzerinde Kandil'in ya da KCK'nın kılıcının bulunması"nı, kolayca onların mazeret hanesine yazmayı tercih ediyoruz.
Bir başka ifadeyle BDP üzerindeki örgüt baskısını özgürlük ihlali olsa bile mazur görmeye yöneliyoruz. Ama yaptırım TC'den gelirse özgürlük ihlali oluyor.
Şu anda Leyla Zana gibi kaç Kürt aydını ve siyasetçisi, kendi üzerinde PKK despotluğunun ağır baskısını hissediyor?
Kaç yazar, giyotin altında ya da kelle koltukta yazı yazmak durumunda?
Ve BDP siyasetçileri, iplerin Kandil'de olduğu izlenimi vermekte son derece bonkör davranıyorlar.
Aslında BDP, rehine siyaseti uyguluyor ama rehinelik, TC'nin rehinesi değil, terör örgütünün rehinesi şeklinde...
Çünkü TC'nin kanunu kalmadı BDP'yi yargılamak ve cezalandırmak için ama terör örgütünün silahı var yaptırım aracı olarak devreye girmeyi bekleyen... BDP Meclis kadrosu içinde, aslında terör örgütü ile ideolojik bütünlük arz etmeyen milletvekilleri var, onların bile sesi çıkmıyor. Ne bu? Rehinelik değil mi?
AK Parti Hakkâri İl Başkanı şu anda örgütün elinde rehine...
Örgütün elinde daha epeyce rehine var.
Bölge halkı, KCK örgütlenmesinin derin gözetimi altında örtülü bir rehine hayatı yaşıyor. Ve:
BDP kadroları, şu anda PKK-KCK'nın elinde rehine...
Orada hayat normal değil. Terör örgütü ile mücadele, aslında "Türkler adına" bir mücadele değil, devletin özellikle Kürt toplumunu bugünkü rehinelik statüsünden ve yarınki kölelikten kurtarma görevi...