Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyar

Recep KOÇAK

İstanbul’a yağmur yağıyor. Yağmurun sesiyle hatıralar canlanıyor. İçinde çeşme geçen hatıralar, ortasından nehir akan Bayburt şehri ve sebiller diyarı güzel İstanbul.

İstanbul’a rahmet yağıyor. Kelebek çiçeğim camdan bakıyor.

Kulaklarımda yağmurun sesi, İstanbul’u düşünürken Üstad Necip Fazıl’ı andım rahmetle.

“Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
“ mısraları dolandı dilime.

 

Birlikte okuyalım Üstadın şaheser şiirini.
 

Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...

.......

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından.
Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...


Gecesi sümbül kokan
Türkçe’si bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...


*
 

Üsküdar’daki tarihi çeşme herkesin kulağına farklı bir hatırayı fısıldar. Burası bazıları için unutulmaz bir buluşmanın adresi iken, kimileri için de bir kaybın hatırlatıcısıdır.

Yıllar önce memleketten İstanbul’a gelen bir yakınımı gezdirmek üzere Üsküdar sahile inmiştik ailece. İkindi sonrasının telaşlı kalabalığı arasında bir an küçük kızım gözden kayboldu.

Telaşla etrafta kızımı ararken cep telefonun çaldı. Arayan bir arkadaşımdı ve kızımın yanında olduğunu, çeşmenin başında beklediklerini haber veriyordu.

Bize saatler hatta aylar gibi uzun gelen birkaç dakika içerisinde kızım ailece görüştüğümüz arkadaşımı görüp kendini tanıtmış, kaybolduğunu söylemiş. Arkadaş da en kolay buluşma yeri olarak çeşmenin yanından bana müjdeli haberi vermişti.

O çeşme artık benim için bir kâbusun bittiği adrestir. Rabbim, koca İstanbul’da kaybolan kızımın karşısına, çok yakın bir arkadaşımı çıkararak ikramda bulunmuştu. Yüzyıllar boyunca milyonlarca insanın susuzluğunu gideren o çeşme, çok kısa sürmesine rağmen bizim için azaba dönüşen dakikaların bittiği mekân olmuştu.

Akif Emre’nin Cahit Zarifoğlu merhumun ölüm yıldönümü günlerinde kaleme aldığı yazıyı (Yeni Şafak, 09 Haziran 2011) okuyunca, Üsküdar’daki iskeleye yakın tarihi çeşmenin onun için de çok özel bir hatırası olduğunu öğrendim.

7 Haziran 1987’de ahiret yolculuğuna çıkan merhum Zarifoğlu’nun vefatı bu yıl 7 Haziran’da az hatırlandı gibi geldi bana. Seçim gündemi bazı kalem sahiplerini fazlasıyla meşgul etti, merhumu hatırlatan bir yazıya fırsat bulamadılar.

 

İşte Akif Emre’nin “Çeşmede bekleyen zarif şair” başlıklı yazısı;

“Vapur iskelesinden Üsküdar'a adım attığım her seferinde tuhaf özlem bürür içimi. Sanki uzun ayrılıklardan sonra sıla dönüşüne benzer duygular... Hele o gün batımında karşıdan Üsküdar'ı seyrederken "Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar" dizesi dudaklarımdan denize dökülür.

İşte, böyle bir günde akşamüstü iskeleden, o zamanlar çok seyrek uğradığım Üsküdar'a adım attığımda ilk buluşmanın bende bu denli iz bırakacağını hiç tahmin edemezdim. Üsküdar'da, Sinan eseri Mihrimah Camii'nin önünde, iskelenin tam karşısındaki tarihi çeşmenin denize bakan köşesinde ayakta bekliyordu. Hatta sırtını çeşmenin duvarına yaslamış ayakta bekliyordu diyebilirim.

Lise yıllarında ilk elime geçen kitapları "Yedi Güzel Adam" ve "İns" idi... Anlaşılması zor gelmişti ilk elime aldığımda; oysa karşımda çok net ifadeli biri vardı. Buluşmanın ardından birlikte geldiğimiz Alim Kahraman'la beraber Küplüce sırtlarındaki evine gittiğimizi iyi hatırlıyorum. Bir apartmanın bodrum katında bir daire... Akşam sohbette keşfettiğim insanla genç yaşımda bana çok kapalı gelen şiir dilinin şairi arasında fark vardı. Yine şairaneydi ifadeleri. Adeta kendiliğinden artistti. Başkalarına aykırı gelen ifadeleri onun doğal haliydi. "Tanıdığım en artist kişi" diye içimden geçirdiğimi bugün de çok iyi hatırlıyorum. "Anlatabiliyor muyum beyefendi..." derken zarifliği ile eyleme odaklanmış kesin kararlılığı iç içeydi.

Daha sonra "Yaşamak"ı okuyunca şiirin kapalı dilinden okyanusun sonsuzluğuna açılmanın ne anlama geldiğini fark edecektim. Tıpkı o Fransa sahillerinden (Fransa sahilleri miydi) okyanusu ilk gördüğü andaki satırları gibi; "Artık tüm namazlar yeniden kılınmalı, tüm oruçlar yeniden tutulmalı"ydı... Denizin satırları arasında söylenen mısralar kadar girift olduğu kadar okyanusa karşı nara atan bir yürek!

O akşamdan sonra bir süre birlikte çalışacaktık. İstanbul Radyosu'nda hafta içi buluşur derginin, basılacak kitapların son durumunu konuşur, Akabe'nin işlerini yürütmeye çalışırdık. Her vardığımda başladığı çocuk kitaplarından kaç sayfa yazdığını gösterir, ne zaman bitireceğine dair nerdeyse kesin tarih verirdi.

Bu kadar hassas bir sanatçının bu denli pratik bir tabiata sahip olması da hep şaşırtmıştı beni. Bir cumartesi Ajans 1400'de buluştuğumuzda elinde kağıt-kalem, bir şeyler karalarken buldum onu. "Abi bu nedir?" soruma karşılık verdiği "Masa takvimi hazırlıyorum." cevabı beni şaşırmıştı. "Kime hazırlıyorsunuz?"... "Hiç kimseye... Belki bir gün masa takvimi hazırlamak durumunda kalırsak elimizin altında hazır olsun diye tasarlıyorum."

En son Cerrahpaşa'da tedavi görürken Celil Güngör'le ziyaret etmiştik. Sanırım son görüşmem olmuştu bu ziyaret. Sıkıntılıydı. "Dışarıda hayat akıp giderken buraya çakılıp kalmak..." demişti.

O; hayat içinde, hayatla birlikte, hayata karşı şiirini yazan bir şairdi.

Bir haziran günü Beylerbeyi'nde serviler altında toprağa verdiğimiz gün ne kadar insan vardı aslında. Yıllar sonra Ahmet Özalp cenazesinde çektiği fotoğraflardan benim de olduğum kareleri getirip verdiğinde fark edecektim bunu. Garip ve zarif ölüm...

Her akşam Üsküdar'a geçtiğimde mutlaka karşıma çıkan tarihi çeşmeyi her görüşümde istisnasız onun ayakta beklediği köşeye gözüm kayar.

Çeşme suyunu, o şiirini akıtmaya devam ediyor. Allah rahmet etsin!”

 

gumuslale@gmail.com

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.