Yıllardan beri ülkemiz ekonomisini IMF progamlarının yönlendirmesine karşı çıktık. Çünkü, IMF proğramlarının esasını alacaklarını tahsil etmek oluşturduğuna, bunun ise özellikle dar ve sabit gelirlilerin sürekli olarak kemer sıkması sonucunu doğurduğuna dikkat çekeriz. Bu arada devlet yatırımlarının azaltılması, hatta devletin piyasadan çekilmesi istenir. Özelleştirme ve yabancılaşmada IMF programlarının şartları arasındadır. Kısacası IMF için anlaşma yaptığı ülke önemli değildir. Önemli olan verdiği borcun faiz ve ana parasının geri tahsilidir. Bunun içinde sürekli olarak devlet gelirlerini aşağı çekici şartlar ileri sürerler. Diyebiliriz ki IMF küresel sermayenin tahsildarıdır. Bu bakımdan IMF'ye karşı çıktık. Yaklaşık 2 yıldır sürdürülen müzakerelerin ardından "IMF ile borç alma ve ekonomik denetim" anlaşmasının imzalanmayacağının açıklanması da gösteriyor ki IMF isteklerine katlanmak mümkün değildir. Medyaya yansıyan haberlere göre 2 yıldır sürdürülen görüşmeleri IMF'nin üç isteği çıkmaza sokmuş.
IMF, Gelir İdaresi'nin özerkleştirilmesini, vergi mükellefine nereden buldun diye sorulmasını ve belediyelere genel bütçeden kaynak aktarılmasının durdurulmasını istemiş. Bu şartları hükmet kabul etmeyince de müzakereler son bulmuş. Ebette IMF'nin şartları sadece bunlardan ibaret değildir. Bunlar Hükumetin kabul etmediği maddeler. Bu arada anlaşmaya varılan maddelerde açıklansaydı sanıyorum mesele çok daha netleşmiş, IMF'nin gerçek yüzü ortaya çıkmış olurdu.
Yıllardan beri sürekli dayatmalarda bulundular. Paraya ihtiyacı olan ve bu parayı bir başka iç kaynaktan bulmayı beceremeyen iktidarlar ülkemizin IMF'ye mecbur ve muhtaç olduğu gibi bir anlayışla hareket ederek dayatmalara hep boyun eğdiler. Bir bakıma ekonominin denetimini IMF'ye devrettiler.
Bu noktada IMF ile müzakerelere son verilmesi "Yarım asır sonra IMF'ye veda" ya da "IMF'nin biletini kestik" şeklinde verilmesi güzeldir ve kulağa hoş geliyor ama ileride yeniden IMF ile müzakerelere gerek duyulmaması şartıyla. Çünkü Türkiye yarım yüzyıl önce başlattığı ilişkileri kesintisiz sürdürmüş değildir. Zaman zaman 8 yıla varan süreyle IMF devre dışı bırakılmış olmasına rağmen iktidar değişiklikleri tekrar IMF'yi gündemimize getirmiştir. Bu seferkinin kalıcı olması, o boyunduruğa tekrar boynumuzu uzatmak durumunda kalmamamız gönülden dileğimdir. Çünkü zararın neresinden dönülürse kârdır.
IMF ile müzakerelerin kesilmiş olmasını ekonomi çevreleri ve IMF'ci bir takım siyasilerin dünyanın sonu gibi takdim etmemiş olmaları sevindirici bir gelişmedir. Yıllardan beri bu memlekette IMF'ye hayır diyenler eleştirilir, bir takım ithamlara maruz kalırlar, hatta IMF'siz olunamayacağını ileri sürerlerdi. Bugün gelinen noktada görünen o ki bizim 40 yıldır söylediğimiz noktaya gelenlerin sayısı epeyce artmıştır.
Nasıl IMF'ye hayır diyenler uzaydan gelmiş gibi görülüyorduysa faizsiz ekonomi diyenlere de benzer bir gözle bakılıyordu. İnsanımız bir takım telkinlere teslim olmuş, başka türlü olabileceğini düşünemez hale gelmişti. Her iki konuda da önemli olan ülkemizin kendi imkanları ile ayakta durabilmesi gerekmektedir. Bunun için yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi harekete geçirmemiz, kendi zenginliğimizi kendimiz değerlendirmemiz gerekiyor.
Kısacası kendimize güvenmemiz ilk şart. Bugüne kadar pek çok zenginliğimizi bir takım yabancı şirketlere devrettik, toprak fiyatına sattık basit bir işlemden geçmiş o sattıklarımızı çok yüksek fiyatlara geri aldık. Kısacası zenginliklerimizden başkaları para kazandı. Hammadde satmak yerine mamul hale getirip satmamız bile Türkiye'yi ayakları üzerinde durdurabilir. Elbette bunun ilk şartı dış telkinlerden kurtulmak, kendimizle ilgili kararları kendimizin verebilmesidir. IMF işte bu dış telkinlerin birini oluşturuyordu. Bu bakımından IMF şartlarından kurtulmak ekonomimizin ayağına vurulmuş zincirlerden birinin kırılması demektir. Bu arada Mayıs ayında rutin olarak değerlendirilen IMF ile görüşmelerde alacakları 8 milyar dolar karşılığı bir takım şartlar ileri sürüp sürülmeyeceğini bilmiyoruz. Ancak, işin en önemli bölümü şimdilik aşılmış görünüyor.